7 Haziran 2012 Perşembe

Ben bugün ZouLou’daydım



Extreme Sailing Series’in üçüncü ayağı bugün antrenman yarışlarıyla başladı. Biz de Naviga ekibi olarak saat 11:30’dan itibaren alandaki yerimizi aldık. SAP Extreme Sailing Team’e botla lojistik destek veren ve elini gaz kolundan esirgemeyen arkadaşımız Bilge Kerem Özkan’la (şikayet değil süper bir yolculuktu) son hız, dalgaların üzerinde hoplaya zıplaya yarış alanına ulaştık.

Geçtiğimiz yıl Haliç’te yapılan yarışlar bu yıl Ahırkapı’ya alındı biliyorsunuz. Bugün gittik ve gördük ki çok yerinde bir karar olmuş. Hem rüzgar daha iyi, hem de daha geniş bir alan. Tabii biz izleyicilerden çok yarışçıların memnuniyeti önemli. Belli ki onlar da daha geniş bu alanda yarışıyor olmaktan çok memnundular. Derginin haziran sayısı için zaten The Wave, Muscat’tan Leigh McMillan, Oman Air’den Morgan Larson ve SAP Extreme Sailing Team’den Jes-Gram Hansen’le röportajlarımızı yaptığımız için gözümüzü serinin gediklilerinden Alinghi dümencisi Ernesto Bertarelli ve yeni takım ZouLou’dan Erik Maris’e dikmiştik. Ancak Erik Maris (belli ki acelesi vardı) erkenden basın çadırını terk ettiğinden, Bertarelli de İstanbul ayağına gelmediğinden onların yerine, serideki siftahını İstanbul’da yapacak olan Alinghi’nin yeni dümencisi Alain Gautier’le yaptık. 




Sonra sıra geldi altıncı adam olmaya. Geçen sene Oman Air’in teknesine binmek yetmediğinden bir kez daha X40’ların üstünde olmak istedim. Heyecanla hangi tekneye bineceğimi beklerken şansıma ZouLou çıktı, yani Erik Maris’i gökte ararken yerde buldum. Yelkenindeki kalp desenleriyle romantik yelkencilerin kalbini çalan takımın benim için en anlamlı yanı Fransızların kurt denizcisi, halen America’s Cup World Series’de yarışan Loick Peyron’un teknesi olmasıydı. Hoş kendisini İstanbul’da ağırlayamamıştık ama daha önce bu teknenin üzerinde yarıştığını bilmek de yetti. Tekneye bindim, bana söylenenleri yaptım, trambolinin üzerinde hoplaya zıplaya Erik Maris’in parmağıyla gösterdiği tarafa koştum durdum. Haliyle birbirleriyle Fransızca konuştuklarından, dediklerinden hiçbir şey anlamadım. Tek anladığım çekik gözlü başüstü Patrick Aucour’un birkaç kez Fransız aksanıyla söylediği “One minute”ti. Tahmin edersiniz ki, o katamaranın üzerinde bile bu iki kelimeyi duyduğumda birkaç saniyeliğine de olsa bambaşka yerlere gittim. Neredeyse yarım saat teknenin üzerindeydim. Ekibin tamamı konsantrasyonun zirvesindeydi, hepsi çok sakindi, kimse birbirine bağırmadı, başüstü adamı Aucour halatın üzerinde yürümek gibi oldukça ilginç hareketler yaptı.



Yarışlar sona erdiğinde Erik Maris’le bir kez daha teknik karşı karşıya geldik, bu sefer röportaj vesilesiyle. Maris sempatikliğini benden esirgemedi. Genelde fileye yapışan diğer altıncı adamlara göre teknede rahat göründüğümü söyledi. Ben de geçen yıldan deneyimli olduğumu belirttiğimde  “Heyy bana önerebileceğin bir şeyler var mı?” diye sordu. Bu esprisinin karşısında, diyecek bir şey bulamadığımdan, yılların deniz tuzunu yutmuş yelkencisinin karşısında saygıyla eğilerek “Hmm sanmıyorum” diye hafiften utanarak yanıt vermekten başka çarem yoktu. Kısacası, teknedeki ciddiyetinin aksine esprili, canayakın ve eğlenceli bir adamdı Maris.

Röportajlar ve yarışla ilgili ayrıntılı bilgiler Naviga’nın temmuz sayısında olacak. Ancak ben buradan yarışı izlemeye Ahırkapı’daki alana gideceklere şu önerilerde bulunayım: Şapka takın, güneş kreminizi yanınıza alın ve şort falan giyin. Çünkü hava gerçekten çok sıcak…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder