Extreme Sailing Series’in üçüncü ayağı bugün antrenman
yarışlarıyla başladı. Biz de Naviga ekibi olarak saat 11:30’dan itibaren
alandaki yerimizi aldık. SAP Extreme Sailing Team’e botla lojistik destek veren
ve elini gaz kolundan esirgemeyen arkadaşımız Bilge Kerem Özkan’la (şikayet değil
süper bir yolculuktu) son hız, dalgaların üzerinde hoplaya zıplaya yarış
alanına ulaştık.
Geçtiğimiz yıl Haliç’te yapılan yarışlar bu yıl Ahırkapı’ya
alındı biliyorsunuz. Bugün gittik ve gördük ki çok yerinde bir karar olmuş. Hem
rüzgar daha iyi, hem de daha geniş bir alan. Tabii biz izleyicilerden çok
yarışçıların memnuniyeti önemli. Belli ki onlar da daha geniş bu alanda
yarışıyor olmaktan çok memnundular. Derginin haziran sayısı için zaten The
Wave, Muscat’tan Leigh McMillan, Oman Air’den Morgan Larson ve SAP Extreme
Sailing Team’den Jes-Gram Hansen’le röportajlarımızı yaptığımız için gözümüzü serinin
gediklilerinden Alinghi dümencisi Ernesto Bertarelli ve yeni takım ZouLou’dan
Erik Maris’e dikmiştik. Ancak Erik Maris (belli ki acelesi vardı) erkenden
basın çadırını terk ettiğinden, Bertarelli de İstanbul ayağına gelmediğinden
onların yerine, serideki siftahını İstanbul’da yapacak olan Alinghi’nin yeni
dümencisi Alain Gautier’le yaptık.
Sonra sıra geldi altıncı adam olmaya. Geçen sene Oman Air’in
teknesine binmek yetmediğinden bir kez daha X40’ların üstünde olmak istedim. Heyecanla
hangi tekneye bineceğimi beklerken şansıma ZouLou çıktı, yani Erik Maris’i gökte
ararken yerde buldum. Yelkenindeki kalp desenleriyle romantik yelkencilerin
kalbini çalan takımın benim için en anlamlı yanı Fransızların kurt denizcisi,
halen America’s Cup World Series’de yarışan Loick Peyron’un teknesi olmasıydı.
Hoş kendisini İstanbul’da ağırlayamamıştık ama daha önce bu teknenin üzerinde
yarıştığını bilmek de yetti. Tekneye bindim, bana söylenenleri yaptım, trambolinin
üzerinde hoplaya zıplaya Erik Maris’in parmağıyla gösterdiği tarafa koştum
durdum. Haliyle birbirleriyle Fransızca konuştuklarından, dediklerinden hiçbir
şey anlamadım. Tek anladığım çekik gözlü başüstü Patrick Aucour’un birkaç kez
Fransız aksanıyla söylediği “One minute”ti. Tahmin edersiniz ki, o katamaranın
üzerinde bile bu iki kelimeyi duyduğumda birkaç saniyeliğine de olsa bambaşka
yerlere gittim. Neredeyse yarım saat teknenin üzerindeydim. Ekibin tamamı
konsantrasyonun zirvesindeydi, hepsi çok sakindi, kimse birbirine bağırmadı,
başüstü adamı Aucour halatın üzerinde yürümek gibi oldukça ilginç hareketler
yaptı.
Yarışlar sona erdiğinde Erik Maris’le bir kez daha teknik
karşı karşıya geldik, bu sefer röportaj vesilesiyle. Maris sempatikliğini
benden esirgemedi. Genelde fileye yapışan diğer altıncı adamlara göre teknede
rahat göründüğümü söyledi. Ben de geçen yıldan deneyimli olduğumu belirttiğimde
“Heyy bana önerebileceğin bir şeyler var
mı?” diye sordu. Bu esprisinin karşısında, diyecek bir şey bulamadığımdan, yılların
deniz tuzunu yutmuş yelkencisinin karşısında saygıyla eğilerek “Hmm sanmıyorum”
diye hafiften utanarak yanıt vermekten başka çarem yoktu. Kısacası, teknedeki
ciddiyetinin aksine esprili, canayakın ve eğlenceli bir adamdı Maris.
Röportajlar ve yarışla ilgili ayrıntılı bilgiler Naviga’nın temmuz sayısında olacak. Ancak ben buradan yarışı izlemeye Ahırkapı’daki alana gideceklere şu önerilerde bulunayım: Şapka takın, güneş kreminizi yanınıza alın ve şort falan giyin. Çünkü hava gerçekten çok sıcak…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder