15 Ekim 2014 Çarşamba

Hayaldi gerçek oldu…


Evet, kimse kusura bakmasın ama gerçekten öyle oldu. Zira Alicante’deki yarış köyüne girip de kıç aynalığında Türk bayrağı ve TAYK logosuyla Alvimedica 4’ü gördüğümde hissettiğim tek şey buydu. O bizim tekneydi. Görünce göğsüm kabardı, gururlandım. Tıpkı Team Turx, Extreme Sailing Series’de o birinciliği aldığı zamanki gibi.

Biraz geriye gidelim…

Üç yıl önce Volvo Ocean Race’in startına gittiğimde hissettiğim şey büyük bir heyecandı. Bu büyük organizasyonu ve dünyanın en iyi yelkencilerini bir arada görecek olmanın heyecanıydı bu. Yarışacak ekiplerin arasında Türk bayraklı bir teknenin bulunması gerçekten aklımızın ucundan bile geçmemişti. O an nereden bilebilirdik ki bunun sadece bir yarış ötemizde olduğunu. Üç yıl sonra bir kez daha Alicante’ye geldiğimizde bu kez bambaşka bir heyecan bekliyordu bizi. Bu kez yarışta bizim tekne, Alvimedica 4 vardı.

Aylardır uzaktan takip ettiğim tekneyi yakından görmek için meraktan ölüyordum. Yarış köyünde bizi karşılayan ve ilk önce Volvo Ocean Race Müzesi’ni gezdirmek isteyen Alvimedica basın sorumlularından Stefano’ya da “Bir sakıncası yoksa öncelikle pontona gidip Alvimedica 4’ü görmek istediğimi” söyleyince beni kırmadı. Gittik oradaydı… Bir yanında Iker Martinez ve Michel Desjoyeaux’lu kıpkırmızı Mapfre, diğer yanında da Çinli Dongfeng’le birlikte, üzerine denizin yansıdığı simsiyah gövdesiyle okyanuslara açılmak için gün sayıyordu.
Cem Bozkurt konuşmasını yapıyor
Biz oraya gidenler çok şanslıydık. Çünkü Team Alvimedica sayesinde daha önce aklımızın ucundan bile geçiremeyeceğimiz deneyimleri yaşama şansı bulduk. Neydi bunlar? Mesela bir önceki yarışta uzaktan uzaktan baktığımız takım ‘base’lerinden birine girme ve burada şampanyalarla karşılanarak yarışçılarla sohbet etme imkanı bulduk. Starta sadece birkaç gün kalmıştı ve herkesin keyfi yerindeydi. Gecenin konuşmasını yapan Alvimedica CEO’su Cem Bozkurt’un yarışçılara “Ne olursa olsun, sizden tek isteğim bu yarışı sağsalim tamamlamanız” demesiyle de herkesin heyecanı arttı, gözler hafiften yaşardı. Bu arada, geceden kalan bir küçük anekdot da bir gün öncesine kadar Osmanlı bıyığıyla dolaşan takımın medyacısı Amory Ross’un bıyığını kestiğini görenlerin tepkisiydi. Oysa ki biz o bıyıkları sevmiştik. Bunu duyan Amory de tepkileri “Keşke bunu daha önce söyleseydiniz, o zaman kesmezdim” diye yanıtladı.

Yaşadığımız bir başka benzersiz deneyim de; ekiple birlikte pro-am race’te (profesyonel yarışçı ve tekneye konuk olan amatörleri bir araya getiren yarış) bizzat VO65’te yarışacak olmamızdı. Nasıl yani yarışacak mıydık? Gün içinde iki şamandıra yarışı planlanmıştı ve yarış için köydeki Skipper’s Terrace’ta küçük bir organizasyon düzenlenmişti. Önce gidip kayıtlarımızı yaptırdık, tişörtlerimizi aldık. Sonra da yarış brifingi için beklemeye başladık. İlk önce söz alan kişi İspanya’nın iki olimpiyat madalyalı yarışçısı, Iker Martinez’in vazgeçemediği takım arkadaşı Xabi Fernandez’di. İkinci kez Volvo Ocean Race’e katılan Fernandez bize deneyimlerinden bahsetti. Ardından sahneye Volvo Ocean Race duayenlerinden, kendisini pek sevdiğimiz organizasyonun CEO’su Knut Frostad çıktı. Yarışın rotasını ve neler yapmamız gerektiğini anlattı. Ve sonra sıra geldi gıcır gıcır VO65’lere binmeye. Ben, iki yarışın ilkindeki ekipteydim.

Başıma ne gelirse kabulüm konulu belgeyi imzalarken
Fotoğraf: Can Arıcı

Xabi Fernandez

Knut Frostad'dan yarış brifingi alma keyfi (!)


İlk yarışın startının tehir edilmesi sayesinde teknede yaklaşık 1,5 saat kaldık. Tekneye bindiğimiz anda Charlie’nin bize söylediği ilk şey “feel free” oldu. Bunu duyunca kendimi önce teknenin içine attım ve fırtınalarda okyanusları geçerken buranın nasıl bir cehenneme dönüşeceğinin hayalini kurdum. Elbette biliyorsunuz ama bir kez daha söyleyeyim: Teknenin içi konforsuz, kapkaranlık, çok fena. Hani yorulunca oturuvereyim diyeceğiniz en ufak yumuşak bir alan yok. Hoş, olmasını da beklemiyorduk tabii ki. İçerisi çok geniş ancak dik olarak yürüyebileceğiniz alan, sadece mutfak denilen, üzerinde sadece lavabonun yer aldığı tezgahın bulunduğu yaklaşık 2 metrekarelik bir bölüm. Onun dışında her yerde iki büklüm dolaşmak zorundasınız. Düşünün 1,60’lık ben bile kendimi bir denizaltının içinde dolaşıyormuş gibi hissettim. Ve evet daha önce bir denizaltına girmiştim.

VO65'e biniyoruz!

Daggerboard'lar hazırlanıyor

Nick Dana yelken basıyor

İçeriden dışarıya bir bakış

Mutfak denilen yer

Navigatör Will Oxley ve hemen yanında medyacı Amory Ross'un
ferah ve aydınlık (!) iç mekana sahip çalışma köşesi
Bir gazeteci olarak en merak ettiğim bölüm, elbette Amory’nin çalışacağı medyacının köşesiydi. Ancak ziyaretim sadece birkaç saniye sürdü çünkü görülecek hiçbir şey yoktu. Medyacının çalışacağı bölüm teknenin sancak kıçaltında, son derece rahatsız bir sandalye ve küçücük bir masadan ibaretti. 30-40 knot rüzgarda ve metrelerce yükseklikteki dalgalarda orsa giderken bu kapkaranlık mekanda oluşacak atmosferin hayalini kurunca bunun ne kadar kabus bir iş olduğunu daha iyi anladım. Ancak ikinci kez Volvo Ocean Race’e medyacı olarak katılan ve aslında gazeteci değil de yelkenci olan Amory’nin hiçbir şikayeti yok. “Sen de Nick gibi medyacılıktan yarışçılığa geçiş yapmak ister miydin” sorumu Amory “Kesinlikle hayır, ben bu işi çok seviyorum” diye yanıtlıyor. Amory açık denizlerde çok daha mutlu hissettiğini, kendisini asıl karadaki sosyal hayatın yorduğunu söylüyor. Mesela akşam arkadaşlarınla ne yapacağını ya da ne yiyeceğini düşünmek gibi… Oysa ki bu yarışta düşünecek bir şey yok. Yapılacaklar, yenilecekler zaten belli. Ancak Amory, denizdeyken en çok özlediğin şeyin hamburger olduğunu da eklemeden geçemiyor.

Fotoğraf: Hande Özer
Amatörler ve yarışçılar sohbet ederken nihayet son 10 dakika için start düdüğü çalıyor. Sonra da 5 dakika. Ve son 1 dakikada geri sayım başlıyor. Ben bir köşede duracağımı sanırken kendimi bir anda grinder’da buluyorum. Tek yapmamız gereken Sebastian’ın bize vereceği direktifleri dinlemek. Sebastian “trim on” diyor döndürmeye başlıyor, “hold” diyor duruyoruz. Bir de pedestalların yanında yerdeki düğmeler var ama biz onlardan pek bir şey anlayamıyoruz. Tek anladığım düğmelerden birinin iki pedestal arasında bağlantı kurduğu. Birkaç tane daha var ki görevleri konusunda çok da fikir sahibi olamıyoruz. Zaten onda da imdadımıza Sebastian yetişiyor. E biz amatörüz zaten.

Ekip yarışırken çok keyifli, en ufak bir gerginlik yok. Yarışı okuyan ve belki de takımın en güleryüzlü ve neşeli kişisi -bir önceki yarışta Team Sanya’da yer alan- Dave Swete arada sürekli esprilerini patlatıyor. Skipper Charlie, ‘çaylak’lığına rağmen işine son derece hakim görünüyor. Bu üçüncü Volvo Ocean Race’i olan Nick başüstü olduğundan mecburen biraz masefeli. Sebastian ve Mark ise son derece sessiz ancak bir o kadar kendine güvenir şekilde görevlerini yerine getiriyor. Tecrübeli Amory ise elinde kamerasıyla teknede sürekli baştan kıça koşup fotoğraflarımızı çekiyor. Tekne yeterince kalabalık olduğundan yarışa katılmayan Will Oxley, Ryan Houston ve Alberto Bolzan’ı ise yarışırken görme fırsatı edinemiyoruz.

Fotoğraf: Amory Ross
Yarış süresince misafirlerin bir kısmı dümene geçiyor. Ben ise oldum olası dümeni sevmediğimden hiç sesimi çıkarmıyorum. Tıpkı lisedeyken en korktuğum matematik dersinde olduğu gibi dümen değişimi sırasında kafamı havalara çevirip uzaklara bakıyorum. Ancak bu Dave’in gözünden kaçmıyor ve peşimi bırakmayarak dümene geçmem için ısrar ediyor. Her değişimde “hadi hadi” diyerek baskıda bulunuyor. Birkaç ısrarın üzerine geçiyorum dümene. Amory fotoğraflarımı çekiyor. Bir de cep telefonumla çekmek istiyor ki Instagram’a falan koyabileyim diye. Sosyal medya önemli tabii. Ve ben dümendeyken finişi ikinci sırada geçiveriyoruz. Elbette bir anda amatörlerin en havalılarından biri haline geliyorum (!) Sanki benim sayemde olmuş gibi.


İkinci yarışın ardından artık bizi bir ödül töreni bekliyor. İkinci olan bizler podyuma çıkmakla kalmıyoruz, boynumuza bir de kocaman birer Volvo Ocean Race madalyası asılıyor. (Bu arada daha önce katıldığım yarışlardan neden madalya kazanamadığımı soran İzmir’deki anneme buradan sevgilerimi yolluyorum) Adlarını hep yelken blogları ve sitelerinde gördüğümüz fotoğrafçılar tarafından fotoğraflarımız çekiliyor. Hani adeta yıldız yelkencileriz (!) Daha ne isteyebiliriz ki…

Dave kızından bir türlü ayrılamıyor

Iker Martinez ve oğlu

SCA kızı Sophie Cizsek için de ayrılık zor
Start günü gelip çattığında ise yarış köyü ana baba günü. Çocuklarından, eşlerinden, sevgililerinden ayrılan yelkencilerin vedalaşma sahneleriyle dolu her köşe. Arkasından tüm ekiplerin resmi geçidi başlıyor ve teknelerine binen yarışçılar teker teker palamarları çözüyor, gözyaşlarıyla uğurlanıyor. Ben “Acaba bunlar mizansen mi” diye düşünürken startın ardından base’e geldiğimizde hala ağlamaktan gözleri kıpkırmızı olan Charlie’nin annesini görünce tüm yaşananların gerçek olduğunu anlıyorum. Start ise, filoyu uğurlamak için denize açılan yüzlerce tekneyle dolu. İçinde 30 metrelik tekne de var minicik bir Hobie Cat de. Hiç de görmeye alışkın olmadığımız türden manzaralar bunlar.
Son toplantılar

Resmi geçitte, suya atlayacak olan Cem Bozkurt da var

Türk bayrağımızla Alvimedica 4'ü uğurluyoruz

Uğurlamaya gelen yüzlerce tekneden sadece görebildiklerimiz

Su gibi gitsin su gibi gelsinler diye
arkalarından suyumuzu da döktük

Charlie ve Mark'ın çocukluğundan beri koçluğunu yapan Ralph,
 (biz ona biyonik adam diyoruz) Kaan İş'le  sohbette

Bu seyahatin bir de Cem Bozkurt ve Charlie Enright ile röportaj kısmı var ancak o bölüm Naviga’nın kasım sayısında. Bu yazı sadece yazarın gözlemleri ve duygularından ibaret. Ancak özetle şunu söyleyebilirim: Cem Bozkurt’un özellikle genç Türk yelkenciler için çok güzel planları var. Şimdilik bu kadar…
Son olarak eklemek istediğim şey de yarışın daha 11 tane durağı olduğu. Eğer siz de “takımımızı” desteklemek için gitmek isterseniz Team Alvimedica’nın base’ine uğramadan dönmeyin. Zira kapıları Türkiye’den gelen herkese açık. Hatta uğramayanlar kınanıyor benden söylemesi.

Ve yarış… 11 Ekim Cumartesi günü start alan yarışta dördüncü güne gelinirken sıralama an be an değişiyor. İlk iki gece filo oldukça hafif havada, neredeyse borda bordaya seyir yaptı. Cebelitarık’a kadar olan kısımda liderliği kızlar takımı SCA tutuyordu. Ancak havanın oldukça hafif olduğu Akdeniz  geçilip de Atlantik’e açılınca işler değişti. Team Alvimedica liderliği ele geçirdi ve bir gece boyunca elinde tuttu. Bu arada hava sertleşti, 30 knot’lara ulaştı. Yazıyı kaleme aldığım anda ise liderliği elinde tutan takım Abu Dhabi Ocean Racing’di. Ancak daha takımların önünde Cape Town’a kadar binlerce deniz mili var. Nefesleri tuttuk, hep birlikte bekliyoruz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder