26 Mart 2014 Çarşamba

‘Terörist saldırıyı önledik’


Bir önceki Volvo Ocean Race’te tam 14 kez kriz masasının kurulduğunu biliyor muydunuz? Tüm dünyayı dolaşan bir yelken yarışı yönetmek çok ağır sorumlulukları da beraberinde getiriyor. Ancak Volvo Ocean Race o kadar başarılı yönetiliyor ki krizler yaşanıyor ancak Knut Frostad’ın da dediği gibi ‘bizim ruhumuz bile duymuyor.’ 

Volvo Ocean Race CEO’su Knut Frostad’la röportajın ikinci bölümü...

Tekne üretiminin tamamlanmasının ardından sizi bu kez starttan itibaren bir başka zorlu ve stresli görev bekliyor, o da yarışı yönetmek. Sizi bekleyen riskler neler?
Bu yarışta o kadar çok risk var ki; fırtınalar, okyanusta başıboş yüzen cisimler, buzdağları, teknelerin kırılması, terörizm, savaşlar, politik konular. Dünyanın etrafını dolaşıyorsanız bunların tümü karşınıza tehlike olarak çıkıyor.

Size göre yönetmesi en zor kriz hangisi?
En zor olan tahmin edemediklerimiz. Bu da yarışçılarla alakalı olanlar. Yaralanmalar ya da denize adam düşmesi gibi. Artık teknoloji sayesinde meteoroloji uzmanlarımız çok net hava durumu tahminlerinde bulunabiliyor, çok kötü bir fırtınanın yaklaştığını rahatlıkla görebiliyorsunuz. Dediğim gibi en zoru bilmedikleriniz. Mesela bizi en çok korkutanlardan biri de okyanusta başıboş yüzen konteynırlar. Örneğin gecenin bir yarısı karanlıkta 40 knot hızla giderken bir konteynıra çarpabilirsiniz. Ve o ana kadar bunu görmeniz imkansız. Bizim burada yapabileceğimiz tek şey ise mürettebatı güvenlik ekipmanı ve alabilecekleri önlemlere dair eğitmek. Sadece hazırlıklı olduğunuz krizleri yönetebilirsiniz.

Kaç adet kriz planınız var?
Çok fazla. Örneğin geçen yarışta 14 kez kriz masası oluşturduk. Ve sizler bunun farkında bile değildiniz çünkü hepsini çok iyi yönetmeyi başardık ve mutlu sonla sonuçlandırdık. Mesela 2008’deki yarışta, filo durak şehirlerden biri olan Mumbai’ye yaklaşırken filoya terörist bir saldırıya kalkışıldı. Hedeflerinde ABD’li ve İngiliz yarışçılar vardı. Filonun lideri de ABD’li takım Puma’ydı. Ve karada yaklaşık 1 milyon kişinin katılacağı bir organizasyon düzenlemek üzereydik. Bu herhalde karşılaşabileceğimiz en kötü senaryoydu. Ancak bunun için dahi bir kriz planımız vardı. Çok iyi yönettik ve sorunsuz bir şekilde atlattık. Kimsenin ruhu bile duymadı.

Geçen yıl Hint Okyanusu’ndaki korsan tehlikesi söz konusuydu ve tekneler rotanın bir bölümünü gemilere yüklenerek aşmıştı. Korsanlara karşı bu kez önleminiz ne olacak?
Bu kez öyle bir şey yapmayacağız, tekneler o bölgeyi yelkenle geçecek. Bir de o ayağı iki hafta uzattık. Böylece takımlar yeterli zamanı olduğu için güvenli bölgeden seyir yapabilecek. Bu kez böyle bir yolu seçtik çünkü Hint Okyanusu iki yıl öncesine göre çok daha güvenli. Korsanlar konusunda tek başımıza karar vermiyoruz, Hint Okyanusu’nda görev alan askeri birliklerden yardım alıyoruz. Ayrıca bu konuda uzman iki farklı özel güvenlik firmasıyla birlikte çalışıyoruz. Bize her hafta gelişmelerle ilgili bilgi veriyorlar. Şu anki planımız bu ancak bölgedeki duruma göre her an değişebilir. Bunun için de birçok alternatif planımız var; askeri gemiler filoya eşlik edebilir, durabiliriz ya da tekneler yine gemilerle taşınabilir. Her şeye hazırlıklıyız.

Bu büyük organizasyonda kaç kişi çalışıyor?
Benimle birlikte çalışan 100 kişilik bir ekip var. Ekibimin büyük bir kısmı organizasyonla birlikte dünyayı dolaşıyor. Her durak şehirde yerel yöneticilerle birlikte çalışıyoruz. Dolayısıyla her şehrin kendi organizasyon ekibi oluyor. Orada da yüzlerce kişi görev alıyor. Ayrıca her takımın ve sponsorların kendi ekibi oluyor. Bu organizasyonun dünyayı dolaşması da ayrı bir mücadele. Yarış köyündeki her şeyi binlerce kilometre taşıyoruz. Köyü yedi günde inşa etmek, altı günde toplamak zorundayız. Tüm malzemeler gemilerle bir sonraki limana ulaştırılıyor.

Fazlasıyla stresli bir iş…
Evet çok ama bu yüzden de çok ilginç. Her seferinde farklı bir ülkede organizasyon yapıyoruz ve bana göre dünyanın en büyük uluslararası işlerinden biri. Çok fazla detay var ve risklerle mücadele ediyor, zamanla yarışıyoruz.


Volvo Ocean Race’in önemli bir parçası da medya. Bildiğimiz kadarıyla VO65’leri daha iyi görüntü sağlayabilmek için gerekli detaylara göre inşa ettiniz. Teknelere ne gibi ayrıntılar eklediniz?
Her teknede çok gelişmiş bir TV ekipmanı olacak. Direkte ve kokpitte olmak üzere dokuz sabit kamera yer alacak. Tüm bu kameralar uzaktan kumandayla, hatta Alicante’deki yarış merkezinden yönetilebilecek. Kameralar istenildiği gibi zoom’lanabilecek. Teknenin birçok yerinde mikrofon olacak. Mesela geçen yarışta en büyük sorunu ses kayıtlarında yaşamıştık. Okyanusta çok şiddetli rüzgâr oluyor ve sürekli sular altındasınız.

Rüzgâr ve su sesi yüzünden geçen yarışta ses kayıtları çok kötüydü. Bu kez mikrofonları sudan ve rüzgârdan korunacak şekilde tasarladık. Yarışçıların birbirleriyle konuşmalarını dahi duyabileceğiz. Fotoğraf ve görüntülerin merkeze aktarılabilmesi için çok gelişmiş bir uydu teknolojisi kullanacağız. Tüm bu teknoloji yarışı sürekli olarak canlı izleyebileceğimiz anlamına geliyor. Mesela Alvimedica dünyanın bir ucunda, fırtınanın ortasındayken bir Türk televizyonuyla bağlantıya geçip tekneden canlı yayın yapabileceğiz, hem de HD olarak. Ayrıca bu kez yarışta iletişim dillerimizden biri de Türkçe olacak.

Biraz ‘reality show’ tadında mı olacak bu kez yarış?
Evet aslında biraz ‘reality show’ gibi. Ama tam olarak öyle demek doğru olmaz çünkü bu tamamen gerçek olacak, kurmaca değil.

Volvo Ocean Race aynı zamanda çok büyük bir pazarlama işi ama özünde bir spor organizasyonu. Bu ikisinin arasında denge kurmakta zorlandığınız zamanlar oluyor mu?
Evet bazen oluyor. Bu yarışta çok fazla logo, sponsor ve aktivite var. Aslında biraz da sirk gibi. Tabii bu karadaki kısmı. Tüm bunlar tekneler start verdiği an bitiyor. Bu, basite de dönüş oluyor bir anlamda. Çünkü okyanusun ortasındayken sponsorun ne istediğinin ya da reklamın hiçbir önemi kalmıyor. Tamamen saf bir spor olayı haline geliyor. Sadece deniz, rüzgâr, dalgalar ve teknedeki dokuz kişi. Ve aslında bu yönüyle büyük bir tezatı içinde barındırıyor. Dolayısıyla bu yarışın çok fazla ticari hale geleceği konusunda bir endişem yok. Okyanusta bir fırtınanın ortasındayken paranın hiçbir önemi kalmıyor.

İstanbul’daki basın toplantısından sadece bir gün önce rotaya Hollanda’yı da eklediniz. Aynı anda basında filonun Türkiye’ye de uğrayacağı bir ‘0. Ayak/Leg Zero’ dedikoduları döndü. Bu mümkün mü?
Bu söylentiyi duyduk ancak kesinlikle yanlış bilgi. Bu saatten sonra yarışa yeni bir ayak eklemek mümkün değil. Hollanda’yı çok yol üstü olduğu için son dakikada ekleme şansımız oldu. Rotada bir değişiklik sayılmaz çünkü zamanlamayı etkileyecek bir karar değil.

Bir şehrin, Volvo Ocean Race’te durak olması için ne yapması gerekiyor?
Bu yarışta durak olmak isteyen tüm dünyadan 75’ten fazla şehir var. İstanbul ve Antalya’nın durak şehir olması için daha önce talep geldi ancak iş bir şekilde ilerlemedi. Bu sadece ‘Volvo Ocean Race filosu Türkiye’ye de uğrasın’ demekle olmuyor maalesef. Bu çok büyük bir etkinlik ve organize edilmesi için gerçekten çok büyük emek istiyor. Etkinlik bir durak şehirde iki hafta sürüyor ve milyonlarca insan geliyor. Bu yüzden çok istekli olmak ve hatta savaşmak gerekiyor. Ancak ilk kez bir Türk takımı bu yarışa katılıyor ve gelecekte göreceğiz. Umarım Alvimedica bu yolda iyi bir başlangıç olur.

Durak şehri olmanın bütçesi nedir?
Start şehri ve durak şehrinin bütçeleri farklı bu organizasyonda. Eğer bir rakam vermem gerekirse 4 milyon euro civarı diyebilirim. Ancak bu sadece başlangıç. Onun dışında medya ve organizasyonlar için de yatırımlar ve başka ödemeler gerekiyor. Bu yarışın durak şehirlerinin büyük bir çoğunluğu geçen yıl ocak ayında seçildi. Dolayısıyla seçilen şehirler bir yıldan fazla zamandır çalışıyor bunun için.


Siz Volvo Ocean Race’e ilk olarak 1993’te katıldınız. Aradan geçen 21 yılda bu yarışta neler değişti?
Tekneler bir kere çok hızlandı. Aynı zamanda fiziksel açıdan daha da zorlaştı. Benim ilk yarışımda karayla iletişim çok kısıtlıydı. Görüntü göndermeniz çok zordu. İnternet yoktu, telefaksla iletişim kurardık ve teknedeki hikayelerin çoğunu aktaramazdık. Ancak karaya ulaştığımızda gazetecilere anlatabilirdik. Şimdi ise sadece bir dakika sonra her şeyi ulaştırabiliyorsunuz gazetecilere ve tüm görüntüleri yarış merkezinden canlı izleyebiliyoruz. Bence en büyük değişiklik bu. Ayrıca yarış artık daha fazla ülkeye uğruyor. Bu sayede yarışçılar farklı kültürleri de görüyor. Eskiden daha batılı bir yarıştı ama artık gerçek bir dünya turu oldu.

Böyle bir teknolojiyle yeniden yarışmak ister miydiniz?
Artık bunun için oldukça yaşlıyım ama bazen ne güzel olurdu diye düşünmüyor değilim. Ayrıca ailem ve çocuklarımı da düşünüyorum ve riske girmek istemiyorum. 

Skipper’lık mı yoksa CEO’luk mu?
Yarışmak ve doğada olmak harika ve bence gerçekten ayrıcalıklı bir durum. Şu an Charlie Enright ve Mark Towill gibi 20’lerimde olmayı ve bu yarışa ilk kez giriyor olmayı çok isterdim. Ben de ilk yarışımda skipper’dım ve bütün sorumluluk benim üzerimdeydi. Teknedeki herkesin sorumluluğunu almak çok ağır bir iş. O insanların sağlam bir şekilde ailelerinin yanına dönmesi gerekiyor. 1998’deki yarışımda Avustralya’nın güneyinde, okyanusta gecenin bir yarısı denize adamım düşmüştü. 16 dakika boyunca kayıptı suda. Üzerinden o kadar zaman geçmesine rağmen o 16 dakikayı hâlâ çok net hatırlıyorum. Adamımızı denizde bulunana kadar geçen o anlarda eşi, anne ve babası, hayatındaki herkesi düşündüm. İşte o sırada farkına varıyorsunuz ki bu sadece bir futbol maçı değil. İşte bu, Volvo Ocean Race’i özel kılıyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder