25 Mart 2014 Salı

‘Yaptığımız deli işi’

Knut Frostad ve ben.
 Fotoğraf: Tuğçe Yener
Tarih 30 Ocak 2014, yelkenciler için çok önemli bir gün çünkü ilk kez Türkiye’den bir markanın, Team Alvimedica’nın Volvo Ocean Race’e katılacağı dünyaya duyurulacak. Sanki yarışa bizler katılacakmışız gibi heyecanlı bir şekilde toplantının yapılacağı Çırağan Sarayı’na gidiyoruz Naviga ailesi olarak. Günün benim için ayrıca bir özelliği var, o da Volvo Ocean Race’in veteranlarından Knut Frostad ile yüzyüze röportaj yapacak olmam. Karşımda ikisi skipper göreviyle olmak üzere dört kez Volvo Ocean Race’e katılan, iki kez Sydney Hobart’ta yarışan ve ikisinde de takımıyla birinci olan, ülkesi Norveç’i iki kez olimpiyatlarda temsil eden oldukça mühim bir yelkenci var. Bugün 46 yaşındaki Frostad, ilk kez 26 yaşındayken skipper olarak katıldığı Volvo Ocean Race mücadelesini 2008’de karaya taşıdı ve organizasyona yönetici olarak atandı. Yelken kariyerinin yanı sıra aynı zamanda başarılı bir yöneticilik, hatta gazetecilik deneyimine de sahip olan, Whitbread macerasını anlattığı bir de kitabı bulunan Norveçli yelkenci, tüm bu yeteneklerinin bir araya gelmesi ve organizasyondaki başarısı sayesinde ekim ayında Alicante’den start alacak 2014-15 yarışında CEO’luğa yükseldi. Aslında Knut Frostad’a sorulacak çok fazla sorumuz var. Bir saatlik sohbet yetmiyor, her yanıtı kafamızda yeni bir soruyu doğuruyordu. Frostad ise hepsine ayrıntılı bir şekilde yanıt verdi ve hatta daha önce hiç duymadığımız, yepyeni şeyler anlattı.

Daha önce dört kez Volvo Ocean Race’te yarıştınız. Ancak sizden sonra Norveç’ten katılan olmadı. Sizce neden?
Dürüst olmak gerekirse nedenini açıklayamıyorum. Sanırım benim neslim Volvo Ocean Race’le oldukça alakalıydı. Bizim arkamızdan buna kalkışacak genç bir takım ise maalesef gelmedi. Norveç daha çok kış sporlarının yaygın olduğu çok küçük bir ülke. Aslında çok fazla yelkenci ve tekne var, üstelik köklü bir denizcilik geçmişine sahip. Ama bunun için yelkende tutkulu birilerinin ortaya çıkması gerekiyor. Yıllardır Norveç’te yaşamıyorum ancak şu aralar Volvo Ocean Race’e katılmak için uğraşan genç bir grupla işbirliği içerisindeyim. Umarım bir sonraki yarışta Norveç’ten de bir takım görebileceğiz.

Geçen yıl stratejik bir karar alarak yarış kurallarını değiştirdiniz ve one design formata geçtiniz. Dünyadaki ekonomik krizin, bunun önemli sebeplerinden biri olduğunu biliyoruz. Kriz Volvo Ocean Race’i nasıl etkiledi?
Formatı değiştirmemizin altında yatan asıl sebep zaten dünyadaki ekonomik krizdi. Özellikle Avrupa’da çok ciddi bir kriz vardı ve sponsorluklar da bu durumdan fazlasıyla etkilenmişti. Yarışın maliyeti, böyle bir kriz ortamında sponsorlar için fazla kaçıyordu. Tekneler gittikçe daha pahalı hale geliyordu ve o rakamlarla sponsor firmalar organizasyondan hiçbir yarar sağlayamaz hale gelmişti. Biz de durum böyle olunca bazı şeyleri değiştirmemiz gerektiğini fark ettik. Aslında daha fazla verim sağlayabilmek için buna zorunluyduk. Çünkü dünya değişmişti. Tek çaremiz sponsorlara ekonomik bütçeler sunmaktı.
Ve ayrıca yapacağımız tekneler daha uzun süre kullanılabilir olmalıydı. Önceden tekneler sadece bir yarışta kullanılıp bir kenara çekiliyordu.

Tek sebep ekonomik sorunlar mıydı?
Yapmamız gereken bir şey de insanların üzerine odaklanmaktı. Günümüzde teknoloji o kadar gelişti ki insanlar artık yarışları telefonlarından, tabletlerinden ya da TV’den rahatlıkla takip ediyor. Ve gerçek insan hikayeleri git gide daha fazla önem kazanıyor. O yüzden yarışı biraz da insan hikayeleri üzerine yoğunlaştırmak istedik. Ayrıca eski tekneler bu konuda biraz sorunluydu; kolayca kırılabiliyor, hasar görebiliyorlardı. Biz de bunu engellemek için tekneleri birbirinin aynı hale getirmek istedik.

Yeni formatla bütçelerden ne kadar kâr ettiniz?
Yaklaşık   % 50. Yani takımlar geçen yarışta ödenen miktarın yarısı kadar harcıyor bu yarışta. Dolayısıyla bu durum yarışa katılımı da olumlu yönde etkiledi. Eğer biz bu değişikliğe gitmeseydik eminim bu yarışta tek takım dahi olmazdı. Bence bu durum sadece Volvo Ocean Race için değil tüm yarışlar için geçerli. Bu bizim için çok stratejik bir karardı ve kararımızdan dolayı çok memnunuz.


Formatın değişmesi, Türkiye gibi farklı ülkelerin katılımını da kolaylaştırdı değil mi?
Kesinlikle. Ve yarışa başka bir heyecan kattı. Eğer eski formatta devam etseydik sanıyorum Türkiye’nin katılması çok zordu. Bir de şöyle bir yanı var; yeni bir tekne yapmak, bu işi öğrenmek oldukça uzun ve karmaşık süreçler. Yeni ülkeler, bu konuda gelişmişlerin gerisinde kalıyordu. Ama şimdi hangi ülkeden olursanız olun aynı tekneye sahip oluyorsunuz. Herkesle aynı platformdasınız ve mücadeleye eşit şartlarda katılıyorsunuz. Ayrıca tekneleri yarışa son dakika değil, çok önceden teslim alabiliyorsunuz. Mesela Alvimedica’nın teknesinin üretimine, bu açıklamadan çok önce başlamıştık. Böylece takım teknesini önümüzdeki haftalarda teslim alacak.

Eski formatta sistem nasıl işliyordu?
Eskiden takım önce yarışa katılacağını açıklıyordu, ondan sonra da teknesinin tasarımına ve üretimine başlıyordu. Ve genellikle tekneler yarıştan kısa bir süre önce teslim alınıyordu. Takımların tekneyi yeterince tanıma fırsatı olmuyordu. Artık takımlar teknenin üretim aşamasını düşünmek zorunda değiller çünkü önlerine hazır geliyor.

Bu yarışta kaç takım olmasını bekliyorsunuz? Bir Volvo Ocean Race filosu için ideal rakam nedir?
Bu yarışta yedi ya da sekiz takım olmasını bekliyoruz. Zaten daha fazla tekneyi zamanında yetiştirmemiz mümkün değil. İdeal rakam da bu. Altı takım çok az kalır, en fazlası da 10 takım olmalı. Düşünsenize 20 takım olsa izleyicilerin dikkati dağılır, yarışı takip etmesi zorlaşır. Ayrıca risklere karşı yönetmesi de çok zor olur.

Teknelerin inşasını üstlenerek aynı zamanda zor olan yolu seçtiniz çünkü parçalar üç farklı Avrupa ülkesinde üretiliyor ve İngiltere’de bir araya getiriliyor. Neden bu yolu seçtiniz?
Çok doğru. Biz zor ve karmaşık olan yolu tercih ettik çünkü tekneleri zamanında yetiştirebilmek için tek çaremiz buydu. Bırakın Avrupa’yı dünyada bile bu kadar çok tekneyi aynı anda üretebilecek kapasiteye sahip bir tersane bulunmuyor.

Aslında bu tam bir deli işi. Sonuçtan memnun musunuz?
Evet gerçekten öyle ama sonuç tek kelimeyle mükemmel. Bu işi başarıyla yönettik. Tüm parçaların tam olarak birbirlerinin aynı ve uyumlu olmasını sağlamak hiç kolay bir iş değil. Ciddi bir organizasyon yeteneği gerektiriyor. Düşünsenize bir milimetre sapma dahi tümişleri sekteye uğratabilir. Küçücük bir toleransa dahi yer yok bu projede.

Arkası yarın...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder