Knut Frostad ve ben. Fotoğraf: Tuğçe Yener |
Tarih 30
Ocak 2014, yelkenciler için çok önemli bir gün çünkü ilk kez Türkiye’den bir markanın, Team Alvimedica’nın Volvo Ocean Race’e
katılacağı dünyaya duyurulacak. Sanki yarışa bizler katılacakmışız gibi
heyecanlı bir şekilde toplantının yapılacağı Çırağan Sarayı’na gidiyoruz Naviga
ailesi olarak. Günün benim için ayrıca bir özelliği var, o da Volvo Ocean
Race’in veteranlarından Knut Frostad ile yüzyüze röportaj yapacak olmam.
Karşımda ikisi skipper göreviyle olmak üzere dört kez Volvo Ocean Race’e
katılan, iki kez Sydney Hobart’ta yarışan ve ikisinde de takımıyla birinci
olan, ülkesi Norveç’i iki kez olimpiyatlarda temsil eden oldukça mühim bir
yelkenci var. Bugün 46 yaşındaki Frostad, ilk kez 26 yaşındayken skipper olarak
katıldığı Volvo Ocean Race mücadelesini 2008’de karaya taşıdı ve organizasyona
yönetici olarak atandı. Yelken kariyerinin yanı sıra aynı zamanda başarılı bir
yöneticilik, hatta gazetecilik deneyimine de sahip olan, Whitbread macerasını
anlattığı bir de kitabı bulunan Norveçli yelkenci, tüm bu yeteneklerinin bir
araya gelmesi ve organizasyondaki başarısı sayesinde ekim ayında Alicante’den
start alacak 2014-15 yarışında CEO’luğa yükseldi. Aslında Knut Frostad’a
sorulacak çok fazla sorumuz var. Bir saatlik sohbet yetmiyor, her yanıtı
kafamızda yeni bir soruyu doğuruyordu. Frostad ise hepsine ayrıntılı bir
şekilde yanıt verdi ve hatta daha önce hiç duymadığımız, yepyeni şeyler
anlattı.
Daha önce dört kez Volvo Ocean Race’te
yarıştınız. Ancak sizden sonra Norveç’ten katılan olmadı. Sizce neden?
Dürüst olmak
gerekirse nedenini açıklayamıyorum. Sanırım benim neslim Volvo Ocean Race’le
oldukça alakalıydı. Bizim arkamızdan buna kalkışacak genç bir takım ise
maalesef gelmedi. Norveç daha çok kış sporlarının yaygın olduğu çok küçük bir
ülke. Aslında çok fazla yelkenci ve tekne var, üstelik köklü bir denizcilik
geçmişine sahip. Ama bunun için yelkende tutkulu birilerinin ortaya çıkması
gerekiyor. Yıllardır Norveç’te yaşamıyorum ancak şu aralar Volvo Ocean Race’e
katılmak için uğraşan genç bir grupla işbirliği içerisindeyim. Umarım bir
sonraki yarışta Norveç’ten de bir takım görebileceğiz.
Geçen yıl stratejik bir karar alarak yarış
kurallarını değiştirdiniz ve one design formata geçtiniz. Dünyadaki ekonomik
krizin, bunun önemli sebeplerinden biri olduğunu biliyoruz. Kriz Volvo Ocean
Race’i nasıl etkiledi?
Formatı
değiştirmemizin altında yatan asıl sebep zaten dünyadaki ekonomik krizdi.
Özellikle Avrupa’da çok ciddi bir kriz vardı ve sponsorluklar da bu durumdan
fazlasıyla etkilenmişti. Yarışın maliyeti, böyle bir kriz ortamında sponsorlar
için fazla kaçıyordu. Tekneler gittikçe daha pahalı hale geliyordu ve o
rakamlarla sponsor firmalar organizasyondan hiçbir yarar sağlayamaz hale
gelmişti. Biz de durum böyle olunca bazı şeyleri değiştirmemiz gerektiğini fark
ettik. Aslında daha fazla verim sağlayabilmek için buna zorunluyduk. Çünkü
dünya değişmişti. Tek çaremiz sponsorlara ekonomik bütçeler sunmaktı.
Ve ayrıca
yapacağımız tekneler daha uzun süre kullanılabilir olmalıydı. Önceden tekneler
sadece bir yarışta kullanılıp bir kenara çekiliyordu.
Tek sebep ekonomik sorunlar mıydı?
Yapmamız
gereken bir şey de insanların üzerine odaklanmaktı. Günümüzde teknoloji o kadar
gelişti ki insanlar artık yarışları telefonlarından, tabletlerinden ya da
TV’den rahatlıkla takip ediyor. Ve gerçek insan hikayeleri git gide daha fazla
önem kazanıyor. O yüzden yarışı biraz da insan hikayeleri üzerine
yoğunlaştırmak istedik. Ayrıca eski tekneler bu konuda biraz sorunluydu;
kolayca kırılabiliyor, hasar görebiliyorlardı. Biz de bunu engellemek için
tekneleri birbirinin aynı hale getirmek istedik.
Yeni formatla bütçelerden ne kadar kâr
ettiniz?
Yaklaşık % 50. Yani takımlar geçen yarışta ödenen
miktarın yarısı kadar harcıyor bu yarışta. Dolayısıyla bu durum yarışa katılımı
da olumlu yönde etkiledi. Eğer biz bu değişikliğe gitmeseydik eminim bu yarışta
tek takım dahi olmazdı. Bence bu durum sadece Volvo Ocean Race için değil tüm
yarışlar için geçerli. Bu bizim için çok stratejik bir karardı ve kararımızdan
dolayı çok memnunuz.
Formatın değişmesi, Türkiye gibi farklı
ülkelerin katılımını da kolaylaştırdı değil mi?
Kesinlikle.
Ve yarışa başka bir heyecan kattı. Eğer eski formatta devam etseydik sanıyorum
Türkiye’nin katılması çok zordu. Bir de şöyle bir yanı var; yeni bir tekne
yapmak, bu işi öğrenmek oldukça uzun ve karmaşık süreçler. Yeni ülkeler, bu konuda
gelişmişlerin gerisinde kalıyordu. Ama şimdi hangi ülkeden olursanız olun aynı
tekneye sahip oluyorsunuz. Herkesle aynı platformdasınız ve mücadeleye eşit
şartlarda katılıyorsunuz. Ayrıca tekneleri yarışa son dakika değil, çok önceden
teslim alabiliyorsunuz. Mesela Alvimedica’nın teknesinin üretimine, bu
açıklamadan çok önce başlamıştık. Böylece takım teknesini önümüzdeki haftalarda
teslim alacak.
Eski formatta sistem nasıl işliyordu?
Eskiden
takım önce yarışa katılacağını açıklıyordu, ondan sonra da teknesinin
tasarımına ve üretimine başlıyordu. Ve genellikle tekneler yarıştan kısa bir
süre önce teslim alınıyordu. Takımların tekneyi yeterince tanıma fırsatı
olmuyordu. Artık takımlar teknenin üretim aşamasını düşünmek zorunda değiller
çünkü önlerine hazır geliyor.
Bu yarışta kaç takım olmasını bekliyorsunuz?
Bir Volvo Ocean Race filosu için ideal rakam nedir?
Bu yarışta
yedi ya da sekiz takım olmasını bekliyoruz. Zaten daha fazla tekneyi zamanında
yetiştirmemiz mümkün değil. İdeal rakam da bu. Altı takım çok az kalır, en
fazlası da 10 takım olmalı. Düşünsenize 20 takım olsa izleyicilerin dikkati
dağılır, yarışı takip etmesi zorlaşır. Ayrıca risklere karşı yönetmesi de çok
zor olur.
Teknelerin inşasını üstlenerek aynı zamanda
zor olan yolu seçtiniz çünkü parçalar üç farklı Avrupa ülkesinde üretiliyor ve
İngiltere’de bir araya getiriliyor. Neden bu yolu seçtiniz?
Çok doğru.
Biz zor ve karmaşık olan yolu tercih ettik çünkü tekneleri zamanında
yetiştirebilmek için tek çaremiz buydu. Bırakın Avrupa’yı dünyada bile bu kadar
çok tekneyi aynı anda üretebilecek kapasiteye sahip bir tersane bulunmuyor.
Aslında bu tam bir deli işi. Sonuçtan memnun
musunuz?
Evet
gerçekten öyle ama sonuç tek kelimeyle mükemmel. Bu işi başarıyla yönettik. Tüm
parçaların tam olarak birbirlerinin aynı ve uyumlu olmasını sağlamak hiç kolay
bir iş değil. Ciddi bir organizasyon yeteneği gerektiriyor. Düşünsenize bir
milimetre sapma dahi tümişleri sekteye uğratabilir. Küçücük bir toleransa dahi
yer yok bu projede.
Arkası yarın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder