24 Temmuz 2014 Perşembe

Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak



Volvo Ocean Race’teki ilk Türk markası Team Alvimedica, ikinci Atlantik geçişini de başarıyla tamamladı. 10 Temmuz’da Newport’tan uğurlanan ekip bu kez takımın kesinleşen üyeleriyle Atlantik geçişini dokuz günde tamamladı ve İngiltere’ye ulaştı. Şimdi kısa bir dinlenme molası veren takım, 10 Ağustos’ta İngiltere’de yapılacak Round the Britain and Ireland Yarışı’na katılacak. Bu Team Alvimedica'nın ilk sınavı olacak.

Ekipte yer alacak isimlerden sekizi kesinleşti. Dokuzuncusu ise çok yakında açıklanacak. İki Türk aday Kıvanç Sevinç ve Berk Arat maalesef ekibe katılamadı. Ancak her ikisi de, özellikle Atlantik geçişine katılan Berk Arat Team Alvimedica sayesinde eşsiz bir deneyim yaşadı. Naviga’nın temmuz  sayısı için bir röportaj yaptığım Berk de bu deneyimini “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diye özetlemişti. Söyleşimiz sırasında henüz takımdaki isimler henüz kesinleşmemişti. Dolayısıyla aşağıdaki röportajı bunu dikkate alarak okumanızı rica ederim. İşte röportaj.

Hayal edin... Bir gün telefonunuz çalıyor ve çok uzaklardan gelen bir ses Volvo Ocean Race’te yarışmak için size şans tanındığını söyleyerek bir VO65’le Atlantik geçişi teklif ediyor. Hem de adını daha önce haberlerden okuduğunuz o çok sıkı okyanus yarışçılarıyla birlikte. İşte Team Alvimedica’nın Kıvanç Sevinç’ten sonraki ikinci Türk adayı Berk Arat’ın başına gelen tam böyle bir şey. Yani hayal değil gerçeğin ta kendisi!

“Her şey 1,5 hafta içinde oldu, başıma gelenleri idrak edebildiğimde Lizbon’a doğru uçuşa geçmiştim bile” diye anlatan Berk Arat, Team Alvimedica’nın VO65’iyle Lizbon-Newport arası, yaklaşık 3.500 millik seyrini ‘yüzünün akı’yla tamamlamayı başardı ve Türkiye’ye döndü. Ancak artık onun için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Böylesine ayrıcalıklı bir deneyimden sonra haliyle yelken yarışçılığına bakış açısının değiştiğini söyleyen Arat, Team Alvimedica’nın tanıdığı bu şans sayesinde artık kendine çok daha fazla güvenen, eksiklerini gören ve onları tamamlamak için elinden geleni yapacak olan bir yelkenci. 10 günlük Atlantik geçişi macerasının her gününü, Türkiye’deki ekip arkadaşlarıyla birlikte heyecanla takip ettiğimiz Berk Arat, Volvo Ocean Race için seçilir mi bilemeyiz. Ama bildiğimiz ve gördüğümüz bir gerçek var ki o da, Team Alvimedica’nın genç bir Türk yelkenciye yeni ufuklar kazandırdığı.

Lizbon’a giderken aklından neler geçiyordu?
Çok heyecanlıydım tabii. Bana gitme tarihinden sadece 1,5 hafta önce falan haber geldi. Charlie Enright’la, e-posta aracılığıyla haberleşiyorduk ancak o sırada sürekli denizde olduğu için iletişim sıkıntımız vardı. Attığım mesajlara hemen cevap alamıyordum. Kesin gideceğim ise bir hafta öncesinden belli oldu. Bir de o sırada Bodrum’da kendi teknemizin işleriyle uğraşıyordum. Karmakarışık bir haldeydim. Ve bu süre içerisinde hem Schengen hem de ABD vizesi aldım. Bodrum-Ankara-İstanbul arasında mekik dokudum. Programı da net olarak bilmiyordum. Lizbon’a gideceğim ama orada tam olarak ne yapacağım konusunda çok da fikrim yoktu. Yanıma neler almam gerektiği konusunda da kafamda soru işaretleri vardı. Aslında bana genel bir bilgi verilmişti ama yine de daha önce hiç böyle bir şey yaşamadığım için tedirgindim, ya bir şeyler eksikse diye. Ve en sonunda uçağa bindim, gittim. İşte olayı ancak o zaman idrak edebildim. Yanıma İngilizce yelken terimleri kitabı almıştım yol boyunca onu okudum.

Seni en çok ne tedirgin etmişti?
Ortak mesaj atıldığı için ekipte kimlerin olacağını biliyordum ve gitmeden önce hepsinin geçmişini araştırdım. Hepsi de çok profesyonel yelkencilerdi; daha önce Volvo Ocean Race’te yarışmışlar, okyanuslar aşmışlar. Hepsi hayatını bu işle sürdüren insanlardı, benim gibi kurumsal hayattan gelip de yelken yapan değil. Durum böyle olunca doğal olarak ilk tepkim “Ben bu adamların arasında ne yapacağım” oldu. Ya benim yüzümden bir aksaklık yaşanırsa diye korktum. Bir de deniz tutması olasılığı beni ürküttü. Ne yazık ki dünyanın en iyi yelkencisi bile olsan deniz tuttuğu zaman hiçbir şey yapamıyorsun. Ama neyse ki hiçbiri başıma gelmedi.


Lizbon’da nasıl karşılandın?
Tüm ekip bir evde kalıyordu. Eve ulaştığımda gece geç bir saatti. Beni ilk olarak Charlie karşıladı ve odamı göstererek “Yarın sabah çok erken kalkıp spor salonuna gideceğiz, yatsan iyi olur” dedi. Sabah uyandım ve macera başladı. Ekibin tümü çok sıcak insanlardı. Sürekli yeni insanlarla tanışıp onlarla aynı ortamları paylaştıkları için zaten bu gibi durumlara çok alışkınlardı.

Atlantik’e açılmadan önce Lizbon’da neler yaptınız?
Dört gün geçirdim Lizbon’a ama şehri hiç görmedim. Çok yoğun bir program vardı. Her sabah 07:30 gibi sporda oluyorduk. Gitmeden önce meyve takviyeli hafif bir kahvaltı yapıyor, spordan sonra tekneye geçiyorduk. Yapılacak işlerin listesi dağıtılıyordu ve bu işler genelde bakım ve tamirat oluyordu. Akşam da, 10:00 gibi erkenden yatıyorduk.

Sonra Atlantik’e açıldınız. VO65’teki ilk günlerin nasıl geçti?
Lizbon’dayken 2-3 kez denize çıkmıştım tekneyle. Onlar da yelkenleri deneme amaçlıydı. Teknenin performansını çok fazla görememiştim. Açıkdenize çıkar çıkmaz rüzgar 15, teknenin hızı da 25 knot’lara çıktı. Teknenin kıçına geçtim ve zevkten dört köşe oldum tabii. O sırada bana ana yelken ıskotasını verdiler. “Bu süratle gidersek yolculuğumuz 2-3 günde biter” herhalde diye düşündüm. Kısa süre sonra Charlie, iki saat sonra nöbetler başlayacağı için beni ve bir arkadaşı uyumamız için içeri gönderdi. İstemeyerek de olsa içeri girdim çünkü dışarıda çok eğleniyordum. Ondan sonra dörder saatlik nöbetlerimiz başladı. Benim nöbet değişimim bir başka aday yelkenci İtalyan Alberto’ylaydı. Aynı ranzayı paylaşıyorduk, yani o yatıyordu ben kalkıyordum. Çok deneyimli bir yelkenciydi Alberto, hatta gittiğimiz North Sails’in duvarlarında posteri vardı. Nöbet arkadaşım da Ryan Houston’dı. O da daha önce Black Betty’yle Volvo Ocean Race’e katılmış. İlk gün 500 mil yol kat ettik. İlk gece, ikinci nöbetimde midem çok iyi değildi. Midem bulandığı sırada vinçteydim. Ancak kustuktan sonra rahatladım ve vince devam ettim. Bir daha da hiç deniz tutmadı.

Nasıl bir ortam vardı teknede?
Bir açıkdeniz teknesindeydik ve içinde de buna yönelik kurallar vardı haliyle. Biz Türkiye’de genelde kısa mesafeli yarışlar yaptığımızdan yaşamsal kurallara pek dikkat etmiyoruz. Ama burada her kurala uymak zorundaydık; kıyafetlerimizi astığımız askıdan ayakkabılarımızı koyduğumuz yere, yemekten sonra tabağımızı nasıl yıkamamız gerektiğine kadar. Tüm bunlar benim için değişikti tabii ama kısa sürede alıştım. Artık dördüncü, beşinci günde kendimi çok iyi hissediyordum.

Ulaştığınız en yüksek hız neydi?
En yüksek 30 knot gördük ama genelde 20-25 knot’larda gittik.

10 günde aklında kalan anekdotlar neler?
Organizasyon gerçekten çok iyiydi. Her şey saat saat hesaplanmıştı ve beş dakika bile gecikilmiyordu. Mesela acıkmaya başladığım anda yemek geliyordu. Yorulduğumuz anda evde oluyorduk. Şu saatte şurada olacağız denildiğinde o saatte orada oluyorduk. Her şeyi öyle bir hesaplamışlar ki... Özellikle Charlie işi çok iyi yürütüyordu. Yeni tanışmış, farklı ülkelerden 12 adamın bu kadar uyumlu ve sorunsuz bir şekilde koordine olması, birbirine güler yüzlü davranması beni çok etkiledi. Ortamda en ufak bir gerginlik olmadı. Her nöbette gözlerimizden yaşlar gelene kadar güldüğümüzü hatırlıyorum.

Ekiptekilerden bahseder misiniz?
Charlie Enright ve Mark Towill’i zaten biliyorsunuz. Dave Swete daha önce Team Sanya’da yarışmış. Özellikle teknedeki düzen ve işleyiş konusunda bana çok yardımcı oldu. Çok güçlü, kuvvetli bir adamdı. Nick Dana zaten bir önceki Volvo Ocean Race’te Abu Dhabi takımının medyacısıydı, Alvimedica’da da başüstü yapıyordu. Yine nöbet arkadaşım Ryan Houston da daha önce VOR’a katılmış. Özellikle trim ve teknenin dinamikleri konusunda herkes ona soruyordu. Jesse Fielding, daha önce 4-5 kez Atlantik’i geçmiş. George Peet vardı, biraz ufak tefek ama çok güçlü ve tecrübeli bir yelkenciydi. Benim gibi bir başka aday olan Alberto Bolzan ‘world class’ bir yelkenciydi. Bir de, bir önceki yarışta Puma’nın medyacısı Amory Ross vardı.


VOR duayenleri Will Oxley ve Stu Bannatyne da size sıkı bir eğitim verdi.  Onlarla birlikte Atlantik’i geçmek bir yelkenci büyük ayrıcalık. Onlarla ilgili gözlemlerin neler?
Navigatör Will Oxley inanılmazdı, sanki geleceği görüyor gibiydi. Ne zaman uyansam bilgisayarın başındaydı. Ne sorsam sabırlı  bir şekilde yanıtlıyordu. Tam bir profesyonel. Geçmişle ilgili soruları bile notlarına bakıp anında cevaplıyordu. Stu’ya da ‘sea master’ diyorduk. Yelken trimlerini onun dediklerine göre yaptığımız an tekne 2-3 knot hızlanıyordu. Stu da sorduğum her soruya anında yanıt veriyor, hatta gerekiyorsa dümeni bırakıp yanıma geliyor ve anlatıyordu. Çok şey öğrendim onlardan.

Senin görevin neydi?
Benim görevim midbow’du, yani başüstüne yardım ediyordum. Çünkü başüstünde görev çok zor. Bu teknelerde direk boyu çok yüksek ve her şey ağır olduğu için direkdibi görevi yoktu. Her şeyi vinçlerle yapıyorduk.

Yola çıkmadan önce hayal ettiklerinle gerçekleşenler örtüştü mü?
“Vay be” dediğim çok an oldu. Bir kere Atlantik’tesin, sürekli seyir halindesin ve yol bitmiyor. Ama bir yandan yolun bitmesini de istemiyorum. “Bitmesine üç gün kaldı” dediklerinde çok üzülmüştüm. Bizim yarışlara hiç benzemeyen, çok farklı bir deneyimdi bu. Sürekli nemlisin, kimi zaman üşüyor kimi zaman yanıyorsun.  Bence böyle bir şeyden keyif alıyorsan bu, doğuştan geliyor demektir. Sonradan kazanılabilecek bir şey değil. Para için yapılacak bir şey de değil. Ben çok keyif aldım bu seyirde.

Modununun düştüğü zamanlar oldu mu?
Bir tek teknenin içindeki yemek kokusu biraz rahatsız etti ama dışarı çıktığım anda gayet mutlu bir insan oluyordum. O dalgada sıcak yataktan çıkıp ıslak kıyafetleri giymek de gerçekten hiç kolay değil. Sürekli sallanıyorsun ve hemen yanında uyuyan insanlar var, onlara rahatsızlık vermeden hareket etmek zorundasın. Uyanır uyanmaz hemen yemeğini de yemek zorundasın ki göreve tok başlayasın. İlk başta bunlar biraz zor geldi ama üçüncü günde alıştım. Belki normal koşullarda uyum sağlamak daha zor olabilirdi ama oraya zaten şalteri kapatıp gidiyorsun. O adrenalin yaptırtıyor sana onu. Bu 10 günlük seyirde keyif aldığım anları keyifsiz olduklarıma oranlarsam % 90’a % 10 diyebilirim. Tekneden inmeyi hiç istemedim.  

Newport’ta nasıl karşılandınız?
İşte o gerçekten inanılmazdı. Yani benim için... Çünkü diğerleri zaten alışıktı böyle ortamlara. Zaten ekiptekilerin hepsi bana “Berk ne hissediyorsun” diye soruyorlardı. Biz limana yanaşırken ilk önce birileri tekneye mazot getirdi. Sonra bir bot , bir tane daha... Ardından  Charlie’nin eşinin bulunduğu büyük bir tekne geldi. Biz yanaştıkça sayıları arttı. Biz limana bağlandığımızda etrafımızda 1,5 metrelik tekneden tutun da 30-40 metrelik lüks yatlara kadar her boydan tekne vardı ve kıyıda bir sürü insan bizi bekliyordu. Pontonun kenarı, rıhtım insan doluydu. Bize harika bir barbekü partisi hazırlamışlardı. Herkes bizden imza istiyor, fotoğraf çektiriyordu. Sonra oradaki gümrük memuru yanıma geldi. Bana bira uzattı ve “Bunu hak ettin arkadaşım. Önce bir rahatla sonra bana pasaportunu verirsin” dedi. İlk kez gittiğim ABD’nin bir gün beni bu şekilde karşılayacağı aklımın ucundan bile geçmezdi. Daha güzeli olamazdı herhalde.

Böyle bir deneyim seçilemeseniz bile yelken yarışçılığına bakış açını mutlaka değiştirmiş olmalı. Sana neler kattı bu seyir?
Kesinlikle. Yelken yarışçılığı benim için farklı bir boyut kazandı. Bir kere  bünyemin böyle bir deneyime nasıl bir reaksiyon vereceğini bilmiyordum ama bu sayede ne kadar dayanıklı olduğumu gördüm. Küçük bir teknede bu kadar insanla uyum sağlama konusunda da fena değilmişim. Özgüvenim arttı kısacası. Tabii ki birçok eksiğim var. O eksiklerimi gidermek için çalışmaya başladım bile. Spora sıkı bir şekilde devam edeceğim, bana yazdıkları programı devam ettireceğim. Açık olmam gerekirse, başka bir VOR takımı bana ya da başka bir Türk yelkenciye böyle bir şans vermezdi. Cem Bozkurt ve Alvimedica bana hayatımın fırsatını verdi, o yüzden haklarını ödeyemem. Aslında benim için iyilik mi yaptılar yoksa kötülük mü onu da bilmiyorum. Çünkü artık benim için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bunu ileride göreceğiz. Çok küçüklüğümden beri dünya turu yapma hayalim var. Teknemizi öyle bir geziye uygun hale getirmiştim, Bodrum’da beni bekliyor. Kimbilir...


Fotoğraflar: Amory Ross


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder