Volvo Ocean
Race’teki ilk Türk markası Team Alvimedica, ikinci Atlantik geçişini de
başarıyla tamamladı. 10 Temmuz’da Newport’tan uğurlanan ekip bu kez takımın
kesinleşen üyeleriyle Atlantik geçişini dokuz günde tamamladı ve İngiltere’ye
ulaştı. Şimdi kısa bir dinlenme molası veren takım, 10 Ağustos’ta İngiltere’de
yapılacak Round the Britain and Ireland Yarışı’na katılacak. Bu Team Alvimedica'nın ilk sınavı olacak.
Ekipte yer
alacak isimlerden sekizi kesinleşti. Dokuzuncusu ise çok yakında açıklanacak.
İki Türk aday Kıvanç Sevinç ve Berk Arat maalesef ekibe katılamadı. Ancak her
ikisi de, özellikle Atlantik geçişine katılan Berk Arat Team Alvimedica
sayesinde eşsiz bir deneyim yaşadı. Naviga’nın temmuz sayısı için bir röportaj yaptığım Berk de bu
deneyimini “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diye özetlemişti. Söyleşimiz
sırasında henüz takımdaki isimler henüz kesinleşmemişti. Dolayısıyla aşağıdaki
röportajı bunu dikkate alarak okumanızı rica ederim. İşte röportaj.
Hayal
edin... Bir gün telefonunuz çalıyor ve çok uzaklardan gelen bir ses Volvo Ocean
Race’te yarışmak için size şans tanındığını söyleyerek bir VO65’le Atlantik
geçişi teklif ediyor. Hem de adını daha önce haberlerden okuduğunuz o çok sıkı
okyanus yarışçılarıyla birlikte. İşte Team Alvimedica’nın Kıvanç Sevinç’ten
sonraki ikinci Türk adayı Berk Arat’ın başına gelen tam böyle bir şey. Yani hayal
değil gerçeğin ta kendisi!
“Her şey 1,5
hafta içinde oldu, başıma gelenleri idrak edebildiğimde Lizbon’a doğru uçuşa
geçmiştim bile” diye anlatan Berk Arat, Team Alvimedica’nın VO65’iyle
Lizbon-Newport arası, yaklaşık 3.500 millik seyrini ‘yüzünün akı’yla
tamamlamayı başardı ve Türkiye’ye döndü. Ancak artık onun için hiçbir şey
eskisi gibi olmayacak. Böylesine ayrıcalıklı bir deneyimden sonra haliyle
yelken yarışçılığına bakış açısının değiştiğini söyleyen Arat, Team
Alvimedica’nın tanıdığı bu şans sayesinde artık kendine çok daha fazla güvenen,
eksiklerini gören ve onları tamamlamak için elinden geleni yapacak olan bir
yelkenci. 10 günlük Atlantik geçişi macerasının her gününü, Türkiye’deki ekip
arkadaşlarıyla birlikte heyecanla takip ettiğimiz Berk Arat, Volvo Ocean Race
için seçilir mi bilemeyiz. Ama bildiğimiz ve gördüğümüz bir gerçek var ki o da,
Team Alvimedica’nın genç bir Türk yelkenciye yeni ufuklar kazandırdığı.
Lizbon’a giderken aklından neler geçiyordu?
Çok
heyecanlıydım tabii. Bana gitme tarihinden sadece 1,5 hafta önce falan haber
geldi. Charlie Enright’la, e-posta aracılığıyla haberleşiyorduk ancak o sırada
sürekli denizde olduğu için iletişim sıkıntımız vardı. Attığım mesajlara hemen
cevap alamıyordum. Kesin gideceğim ise bir hafta öncesinden belli oldu. Bir de
o sırada Bodrum’da kendi teknemizin işleriyle uğraşıyordum. Karmakarışık bir
haldeydim. Ve bu süre içerisinde hem Schengen hem de ABD vizesi aldım. Bodrum-Ankara-İstanbul
arasında mekik dokudum. Programı da net olarak bilmiyordum. Lizbon’a gideceğim
ama orada tam olarak ne yapacağım konusunda çok da fikrim yoktu. Yanıma neler
almam gerektiği konusunda da kafamda soru işaretleri vardı. Aslında bana genel
bir bilgi verilmişti ama yine de daha önce hiç böyle bir şey yaşamadığım için
tedirgindim, ya bir şeyler eksikse diye. Ve en sonunda uçağa bindim, gittim.
İşte olayı ancak o zaman idrak edebildim. Yanıma İngilizce yelken terimleri
kitabı almıştım yol boyunca onu okudum.
Seni en çok ne tedirgin etmişti?
Ortak mesaj
atıldığı için ekipte kimlerin olacağını biliyordum ve gitmeden önce hepsinin
geçmişini araştırdım. Hepsi de çok profesyonel yelkencilerdi; daha önce Volvo
Ocean Race’te yarışmışlar, okyanuslar aşmışlar. Hepsi hayatını bu işle sürdüren
insanlardı, benim gibi kurumsal hayattan gelip de yelken yapan değil. Durum
böyle olunca doğal olarak ilk tepkim “Ben bu adamların arasında ne yapacağım” oldu.
Ya benim yüzümden bir aksaklık yaşanırsa diye korktum. Bir de deniz tutması olasılığı
beni ürküttü. Ne yazık ki dünyanın en iyi yelkencisi bile olsan deniz tuttuğu
zaman hiçbir şey yapamıyorsun. Ama neyse ki hiçbiri başıma gelmedi.
Lizbon’da nasıl karşılandın?
Tüm ekip bir
evde kalıyordu. Eve ulaştığımda gece geç bir saatti. Beni ilk olarak Charlie
karşıladı ve odamı göstererek “Yarın sabah çok erken kalkıp spor salonuna
gideceğiz, yatsan iyi olur” dedi. Sabah uyandım ve macera başladı. Ekibin tümü
çok sıcak insanlardı. Sürekli yeni insanlarla tanışıp onlarla aynı ortamları
paylaştıkları için zaten bu gibi durumlara çok alışkınlardı.
Atlantik’e açılmadan önce Lizbon’da neler
yaptınız?
Dört gün
geçirdim Lizbon’a ama şehri hiç görmedim. Çok yoğun bir program vardı. Her
sabah 07:30 gibi sporda oluyorduk. Gitmeden önce meyve takviyeli hafif bir
kahvaltı yapıyor, spordan sonra tekneye geçiyorduk. Yapılacak işlerin listesi
dağıtılıyordu ve bu işler genelde bakım ve tamirat oluyordu. Akşam da, 10:00
gibi erkenden yatıyorduk.
Sonra Atlantik’e açıldınız. VO65’teki ilk
günlerin nasıl geçti?
Lizbon’dayken
2-3 kez denize çıkmıştım tekneyle. Onlar da yelkenleri deneme amaçlıydı.
Teknenin performansını çok fazla görememiştim. Açıkdenize çıkar çıkmaz rüzgar
15, teknenin hızı da 25 knot’lara çıktı. Teknenin kıçına geçtim ve zevkten dört
köşe oldum tabii. O sırada bana ana yelken ıskotasını verdiler. “Bu süratle
gidersek yolculuğumuz 2-3 günde biter” herhalde diye düşündüm. Kısa süre sonra Charlie,
iki saat sonra nöbetler başlayacağı için beni ve bir arkadaşı uyumamız için
içeri gönderdi. İstemeyerek de olsa içeri girdim çünkü dışarıda çok
eğleniyordum. Ondan sonra dörder saatlik nöbetlerimiz başladı. Benim nöbet
değişimim bir başka aday yelkenci İtalyan Alberto’ylaydı. Aynı ranzayı paylaşıyorduk,
yani o yatıyordu ben kalkıyordum. Çok deneyimli bir yelkenciydi Alberto, hatta gittiğimiz
North Sails’in duvarlarında posteri vardı. Nöbet arkadaşım da Ryan Houston’dı.
O da daha önce Black Betty’yle Volvo Ocean Race’e katılmış. İlk gün 500 mil yol
kat ettik. İlk gece, ikinci nöbetimde midem çok iyi değildi. Midem bulandığı
sırada vinçteydim. Ancak kustuktan sonra rahatladım ve vince devam ettim. Bir
daha da hiç deniz tutmadı.
Nasıl bir ortam vardı teknede?
Bir
açıkdeniz teknesindeydik ve içinde de buna yönelik kurallar vardı haliyle. Biz Türkiye’de
genelde kısa mesafeli yarışlar yaptığımızdan yaşamsal kurallara pek dikkat
etmiyoruz. Ama burada her kurala uymak zorundaydık; kıyafetlerimizi astığımız
askıdan ayakkabılarımızı koyduğumuz yere, yemekten sonra tabağımızı nasıl
yıkamamız gerektiğine kadar. Tüm bunlar benim için değişikti tabii ama kısa
sürede alıştım. Artık dördüncü, beşinci günde kendimi çok iyi hissediyordum.
Ulaştığınız en yüksek hız neydi?
En yüksek 30
knot gördük ama genelde 20-25 knot’larda gittik.
10 günde aklında kalan anekdotlar neler?
Organizasyon
gerçekten çok iyiydi. Her şey saat saat hesaplanmıştı ve beş dakika bile
gecikilmiyordu. Mesela acıkmaya başladığım anda yemek geliyordu. Yorulduğumuz
anda evde oluyorduk. Şu saatte şurada olacağız denildiğinde o saatte orada
oluyorduk. Her şeyi öyle bir hesaplamışlar ki... Özellikle Charlie işi çok iyi
yürütüyordu. Yeni tanışmış, farklı ülkelerden 12 adamın bu kadar uyumlu ve
sorunsuz bir şekilde koordine olması, birbirine güler yüzlü davranması beni çok
etkiledi. Ortamda en ufak bir gerginlik olmadı. Her nöbette gözlerimizden
yaşlar gelene kadar güldüğümüzü hatırlıyorum.
Ekiptekilerden bahseder misiniz?
Charlie
Enright ve Mark Towill’i zaten biliyorsunuz. Dave Swete daha önce Team Sanya’da
yarışmış. Özellikle teknedeki düzen ve işleyiş konusunda bana çok yardımcı
oldu. Çok güçlü, kuvvetli bir adamdı. Nick Dana zaten bir önceki Volvo Ocean
Race’te Abu Dhabi takımının medyacısıydı, Alvimedica’da da başüstü yapıyordu. Yine
nöbet arkadaşım Ryan Houston da daha önce VOR’a katılmış. Özellikle trim ve
teknenin dinamikleri konusunda herkes ona soruyordu. Jesse Fielding, daha önce
4-5 kez Atlantik’i geçmiş. George Peet vardı, biraz ufak tefek ama çok güçlü ve
tecrübeli bir yelkenciydi. Benim gibi bir başka aday olan Alberto Bolzan ‘world
class’ bir yelkenciydi. Bir de, bir önceki yarışta Puma’nın medyacısı Amory
Ross vardı.
VOR duayenleri Will Oxley ve Stu Bannatyne da
size sıkı bir eğitim verdi. Onlarla
birlikte Atlantik’i geçmek bir yelkenci büyük ayrıcalık. Onlarla ilgili
gözlemlerin neler?
Navigatör
Will Oxley inanılmazdı, sanki geleceği görüyor gibiydi. Ne zaman uyansam
bilgisayarın başındaydı. Ne sorsam sabırlı
bir şekilde yanıtlıyordu. Tam bir profesyonel. Geçmişle ilgili soruları
bile notlarına bakıp anında cevaplıyordu. Stu’ya da ‘sea master’ diyorduk.
Yelken trimlerini onun dediklerine göre yaptığımız an tekne 2-3 knot
hızlanıyordu. Stu da sorduğum her soruya anında yanıt veriyor, hatta
gerekiyorsa dümeni bırakıp yanıma geliyor ve anlatıyordu. Çok şey öğrendim
onlardan.
Senin görevin neydi?
Benim
görevim midbow’du, yani başüstüne yardım ediyordum. Çünkü başüstünde görev çok
zor. Bu teknelerde direk boyu çok yüksek ve her şey ağır olduğu için direkdibi
görevi yoktu. Her şeyi vinçlerle yapıyorduk.
Yola çıkmadan önce hayal ettiklerinle
gerçekleşenler örtüştü mü?
“Vay be”
dediğim çok an oldu. Bir kere Atlantik’tesin, sürekli seyir halindesin ve yol
bitmiyor. Ama bir yandan yolun bitmesini de istemiyorum. “Bitmesine üç gün kaldı”
dediklerinde çok üzülmüştüm. Bizim yarışlara hiç benzemeyen, çok farklı bir
deneyimdi bu. Sürekli nemlisin, kimi zaman üşüyor kimi zaman yanıyorsun. Bence böyle bir şeyden keyif alıyorsan bu, doğuştan
geliyor demektir. Sonradan kazanılabilecek bir şey değil. Para için yapılacak
bir şey de değil. Ben çok keyif aldım bu seyirde.
Modununun düştüğü zamanlar oldu mu?
Bir tek teknenin
içindeki yemek kokusu biraz rahatsız etti ama dışarı çıktığım anda gayet mutlu
bir insan oluyordum. O dalgada sıcak yataktan çıkıp ıslak kıyafetleri giymek de
gerçekten hiç kolay değil. Sürekli sallanıyorsun ve hemen yanında uyuyan
insanlar var, onlara rahatsızlık vermeden hareket etmek zorundasın. Uyanır
uyanmaz hemen yemeğini de yemek zorundasın ki göreve tok başlayasın. İlk başta bunlar
biraz zor geldi ama üçüncü günde alıştım. Belki normal koşullarda uyum sağlamak
daha zor olabilirdi ama oraya zaten şalteri kapatıp gidiyorsun. O adrenalin
yaptırtıyor sana onu. Bu 10 günlük seyirde keyif aldığım anları keyifsiz olduklarıma
oranlarsam % 90’a % 10 diyebilirim. Tekneden inmeyi hiç istemedim.
Newport’ta nasıl karşılandınız?
İşte o
gerçekten inanılmazdı. Yani benim için... Çünkü diğerleri zaten alışıktı böyle
ortamlara. Zaten ekiptekilerin hepsi bana “Berk ne hissediyorsun” diye
soruyorlardı. Biz limana yanaşırken ilk önce birileri tekneye mazot getirdi.
Sonra bir bot , bir tane daha... Ardından Charlie’nin eşinin bulunduğu büyük bir tekne
geldi. Biz yanaştıkça sayıları arttı. Biz limana bağlandığımızda etrafımızda
1,5 metrelik tekneden tutun da 30-40 metrelik lüks yatlara kadar her boydan
tekne vardı ve kıyıda bir sürü insan bizi bekliyordu. Pontonun kenarı, rıhtım
insan doluydu. Bize harika bir barbekü partisi hazırlamışlardı. Herkes bizden
imza istiyor, fotoğraf çektiriyordu. Sonra oradaki gümrük memuru yanıma geldi. Bana
bira uzattı ve “Bunu hak ettin arkadaşım. Önce bir rahatla sonra bana
pasaportunu verirsin” dedi. İlk kez gittiğim ABD’nin bir gün beni bu şekilde karşılayacağı
aklımın ucundan bile geçmezdi. Daha güzeli olamazdı herhalde.
Böyle bir deneyim seçilemeseniz bile yelken
yarışçılığına bakış açını mutlaka değiştirmiş olmalı. Sana neler kattı bu
seyir?
Kesinlikle.
Yelken yarışçılığı benim için farklı bir boyut kazandı. Bir kere bünyemin böyle bir deneyime nasıl bir
reaksiyon vereceğini bilmiyordum ama bu sayede ne kadar dayanıklı olduğumu
gördüm. Küçük bir teknede bu kadar insanla uyum sağlama konusunda da fena
değilmişim. Özgüvenim arttı kısacası. Tabii ki birçok eksiğim var. O
eksiklerimi gidermek için çalışmaya başladım bile. Spora sıkı bir şekilde devam
edeceğim, bana yazdıkları programı devam ettireceğim. Açık olmam gerekirse,
başka bir VOR takımı bana ya da başka bir Türk yelkenciye böyle bir şans
vermezdi. Cem Bozkurt ve Alvimedica bana hayatımın fırsatını verdi, o yüzden
haklarını ödeyemem. Aslında benim için iyilik mi yaptılar yoksa kötülük mü onu
da bilmiyorum. Çünkü artık benim için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bunu
ileride göreceğiz. Çok küçüklüğümden beri dünya turu yapma hayalim var.
Teknemizi öyle bir geziye uygun hale getirmiştim, Bodrum’da beni bekliyor. Kimbilir...