Evet, kimse
kusura bakmasın ama gerçekten öyle oldu. Zira Alicante’deki yarış köyüne girip
de kıç aynalığında Türk bayrağı ve TAYK logosuyla Alvimedica 4’ü gördüğümde
hissettiğim tek şey buydu. O bizim tekneydi. Görünce göğsüm kabardı,
gururlandım. Tıpkı Team Turx, Extreme Sailing Series’de o birinciliği aldığı
zamanki gibi.
Biraz geriye
gidelim…
Üç yıl önce
Volvo Ocean Race’in startına gittiğimde hissettiğim şey büyük bir heyecandı. Bu
büyük organizasyonu ve dünyanın en iyi yelkencilerini bir arada görecek olmanın
heyecanıydı bu. Yarışacak ekiplerin arasında Türk bayraklı bir teknenin
bulunması gerçekten aklımızın ucundan bile geçmemişti. O an nereden
bilebilirdik ki bunun sadece bir yarış ötemizde olduğunu. Üç yıl sonra bir kez
daha Alicante’ye geldiğimizde bu kez bambaşka bir heyecan bekliyordu bizi. Bu
kez yarışta bizim tekne, Alvimedica 4 vardı.
Aylardır
uzaktan takip ettiğim tekneyi yakından görmek için meraktan ölüyordum. Yarış
köyünde bizi karşılayan ve ilk önce Volvo Ocean Race Müzesi’ni gezdirmek isteyen
Alvimedica basın sorumlularından Stefano’ya da “Bir sakıncası yoksa öncelikle
pontona gidip Alvimedica 4’ü görmek istediğimi” söyleyince beni kırmadı. Gittik
oradaydı… Bir yanında Iker Martinez ve Michel Desjoyeaux’lu kıpkırmızı Mapfre,
diğer yanında da Çinli Dongfeng’le birlikte, üzerine denizin yansıdığı simsiyah
gövdesiyle okyanuslara açılmak için gün sayıyordu.
|
Cem Bozkurt konuşmasını yapıyor |
Biz oraya
gidenler çok şanslıydık. Çünkü Team Alvimedica sayesinde daha önce aklımızın
ucundan bile geçiremeyeceğimiz deneyimleri yaşama şansı bulduk. Neydi bunlar?
Mesela bir önceki yarışta uzaktan uzaktan baktığımız takım ‘base’lerinden
birine girme ve burada şampanyalarla karşılanarak yarışçılarla sohbet etme
imkanı bulduk. Starta sadece birkaç gün kalmıştı ve herkesin keyfi yerindeydi.
Gecenin konuşmasını yapan Alvimedica CEO’su Cem Bozkurt’un yarışçılara “Ne
olursa olsun, sizden tek isteğim bu yarışı sağsalim tamamlamanız” demesiyle de
herkesin heyecanı arttı, gözler hafiften yaşardı. Bu arada, geceden kalan bir
küçük anekdot da bir gün öncesine kadar Osmanlı bıyığıyla dolaşan takımın
medyacısı Amory Ross’un bıyığını kestiğini görenlerin tepkisiydi. Oysa ki biz o
bıyıkları sevmiştik. Bunu duyan Amory de tepkileri “Keşke bunu daha önce
söyleseydiniz, o zaman kesmezdim” diye yanıtladı.
Yaşadığımız
bir başka benzersiz deneyim de; ekiple birlikte pro-am race’te (profesyonel
yarışçı ve tekneye konuk olan amatörleri bir araya getiren yarış) bizzat
VO65’te yarışacak olmamızdı. Nasıl yani yarışacak mıydık? Gün içinde iki
şamandıra yarışı planlanmıştı ve yarış için köydeki Skipper’s Terrace’ta küçük
bir organizasyon düzenlenmişti. Önce gidip kayıtlarımızı yaptırdık,
tişörtlerimizi aldık. Sonra da yarış brifingi için beklemeye başladık. İlk önce
söz alan kişi İspanya’nın iki olimpiyat madalyalı yarışçısı, Iker Martinez’in
vazgeçemediği takım arkadaşı Xabi Fernandez’di. İkinci kez Volvo Ocean Race’e
katılan Fernandez bize deneyimlerinden bahsetti. Ardından sahneye Volvo Ocean
Race duayenlerinden, kendisini pek sevdiğimiz organizasyonun CEO’su Knut Frostad
çıktı. Yarışın rotasını ve neler yapmamız gerektiğini anlattı. Ve sonra sıra
geldi gıcır gıcır VO65’lere binmeye. Ben, iki yarışın ilkindeki ekipteydim.
|
Başıma ne gelirse kabulüm konulu belgeyi imzalarken
Fotoğraf: Can Arıcı |
|
Xabi Fernandez |
|
Knut Frostad'dan yarış brifingi alma keyfi (!) |
İlk yarışın
startının tehir edilmesi sayesinde teknede yaklaşık 1,5 saat kaldık. Tekneye
bindiğimiz anda Charlie’nin bize söylediği ilk şey “feel free” oldu. Bunu
duyunca kendimi önce teknenin içine attım ve fırtınalarda okyanusları geçerken
buranın nasıl bir cehenneme dönüşeceğinin hayalini kurdum. Elbette biliyorsunuz
ama bir kez daha söyleyeyim: Teknenin içi konforsuz, kapkaranlık, çok fena.
Hani yorulunca oturuvereyim diyeceğiniz en ufak yumuşak bir alan yok. Hoş,
olmasını da beklemiyorduk tabii ki. İçerisi çok geniş ancak dik olarak
yürüyebileceğiniz alan, sadece mutfak denilen, üzerinde sadece lavabonun yer
aldığı tezgahın bulunduğu yaklaşık 2 metrekarelik bir bölüm. Onun dışında her
yerde iki büklüm dolaşmak zorundasınız. Düşünün 1,60’lık ben bile kendimi bir
denizaltının içinde dolaşıyormuş gibi hissettim. Ve evet daha önce bir
denizaltına girmiştim.
|
VO65'e biniyoruz! |
|
Daggerboard'lar hazırlanıyor |
|
Nick Dana yelken basıyor |
|
İçeriden dışarıya bir bakış |
|
Mutfak denilen yer |
|
Navigatör Will Oxley ve hemen yanında medyacı Amory Ross'un
ferah ve aydınlık (!) iç mekana sahip çalışma köşesi |
Bir gazeteci
olarak en merak ettiğim bölüm, elbette Amory’nin çalışacağı medyacının
köşesiydi. Ancak ziyaretim sadece birkaç saniye sürdü çünkü görülecek hiçbir
şey yoktu. Medyacının çalışacağı bölüm teknenin sancak kıçaltında, son derece
rahatsız bir sandalye ve küçücük bir masadan ibaretti. 30-40 knot rüzgarda ve
metrelerce yükseklikteki dalgalarda orsa giderken bu kapkaranlık mekanda
oluşacak atmosferin hayalini kurunca bunun ne kadar kabus bir iş olduğunu daha
iyi anladım. Ancak ikinci kez Volvo Ocean Race’e medyacı olarak katılan ve
aslında gazeteci değil de yelkenci olan Amory’nin hiçbir şikayeti yok. “Sen de
Nick gibi medyacılıktan yarışçılığa geçiş yapmak ister miydin” sorumu Amory
“Kesinlikle hayır, ben bu işi çok seviyorum” diye yanıtlıyor. Amory açık
denizlerde çok daha mutlu hissettiğini, kendisini asıl karadaki sosyal hayatın
yorduğunu söylüyor. Mesela akşam arkadaşlarınla ne yapacağını ya da ne
yiyeceğini düşünmek gibi… Oysa ki bu yarışta düşünecek bir şey yok.
Yapılacaklar, yenilecekler zaten belli. Ancak Amory, denizdeyken en çok
özlediğin şeyin hamburger olduğunu da eklemeden geçemiyor.
|
Fotoğraf: Hande Özer |
Amatörler ve
yarışçılar sohbet ederken nihayet son 10 dakika için start düdüğü çalıyor.
Sonra da 5 dakika. Ve son 1 dakikada geri sayım başlıyor. Ben bir köşede
duracağımı sanırken kendimi bir anda grinder’da buluyorum. Tek yapmamız gereken
Sebastian’ın bize vereceği direktifleri dinlemek. Sebastian “trim on” diyor
döndürmeye başlıyor, “hold” diyor duruyoruz. Bir de pedestalların yanında
yerdeki düğmeler var ama biz onlardan pek bir şey anlayamıyoruz. Tek anladığım
düğmelerden birinin iki pedestal arasında bağlantı kurduğu. Birkaç tane daha
var ki görevleri konusunda çok da fikir sahibi olamıyoruz. Zaten onda da
imdadımıza Sebastian yetişiyor. E biz amatörüz zaten.
Ekip
yarışırken çok keyifli, en ufak bir gerginlik yok. Yarışı okuyan ve belki de
takımın en güleryüzlü ve neşeli kişisi -bir önceki yarışta Team Sanya’da yer
alan- Dave Swete arada sürekli esprilerini patlatıyor. Skipper Charlie,
‘çaylak’lığına rağmen işine son derece hakim görünüyor. Bu üçüncü Volvo Ocean
Race’i olan Nick başüstü olduğundan mecburen biraz masefeli. Sebastian ve Mark
ise son derece sessiz ancak bir o kadar kendine güvenir şekilde görevlerini
yerine getiriyor. Tecrübeli Amory ise elinde kamerasıyla teknede sürekli baştan
kıça koşup fotoğraflarımızı çekiyor. Tekne yeterince kalabalık olduğundan
yarışa katılmayan Will Oxley, Ryan Houston ve Alberto Bolzan’ı ise yarışırken
görme fırsatı edinemiyoruz.
|
Fotoğraf: Amory Ross |
Yarış
süresince misafirlerin bir kısmı dümene geçiyor. Ben ise oldum olası dümeni
sevmediğimden hiç sesimi çıkarmıyorum. Tıpkı lisedeyken en korktuğum matematik
dersinde olduğu gibi dümen değişimi sırasında kafamı havalara çevirip uzaklara
bakıyorum. Ancak bu Dave’in gözünden kaçmıyor ve peşimi bırakmayarak dümene
geçmem için ısrar ediyor. Her değişimde “hadi hadi” diyerek baskıda bulunuyor.
Birkaç ısrarın üzerine geçiyorum dümene. Amory fotoğraflarımı çekiyor. Bir de
cep telefonumla çekmek istiyor ki Instagram’a falan koyabileyim diye. Sosyal
medya önemli tabii. Ve ben dümendeyken finişi ikinci sırada geçiveriyoruz.
Elbette bir anda amatörlerin en havalılarından biri haline geliyorum (!) Sanki
benim sayemde olmuş gibi.
İkinci
yarışın ardından artık bizi bir ödül töreni bekliyor. İkinci olan bizler
podyuma çıkmakla kalmıyoruz, boynumuza bir de kocaman birer Volvo Ocean Race
madalyası asılıyor. (Bu arada daha önce katıldığım yarışlardan neden madalya
kazanamadığımı soran İzmir’deki anneme buradan sevgilerimi yolluyorum) Adlarını
hep yelken blogları ve sitelerinde gördüğümüz fotoğrafçılar tarafından
fotoğraflarımız çekiliyor. Hani adeta yıldız yelkencileriz (!) Daha ne
isteyebiliriz ki…
|
Dave kızından bir türlü ayrılamıyor |
|
Iker Martinez ve oğlu |
|
SCA kızı Sophie Cizsek için de ayrılık zor |
Start günü
gelip çattığında ise yarış köyü ana baba günü. Çocuklarından, eşlerinden,
sevgililerinden ayrılan yelkencilerin vedalaşma sahneleriyle dolu her köşe.
Arkasından tüm ekiplerin resmi geçidi başlıyor ve teknelerine binen yarışçılar
teker teker palamarları çözüyor, gözyaşlarıyla uğurlanıyor. Ben “Acaba bunlar
mizansen mi” diye düşünürken startın ardından base’e geldiğimizde hala
ağlamaktan gözleri kıpkırmızı olan Charlie’nin annesini görünce tüm
yaşananların gerçek olduğunu anlıyorum. Start ise, filoyu uğurlamak için denize
açılan yüzlerce tekneyle dolu. İçinde 30 metrelik tekne de var minicik bir Hobie
Cat de. Hiç de görmeye alışkın olmadığımız türden manzaralar bunlar.
|
Son toplantılar |
|
Resmi geçitte, suya atlayacak olan Cem Bozkurt da var |
|
Türk bayrağımızla Alvimedica 4'ü uğurluyoruz |
|
Uğurlamaya gelen yüzlerce tekneden sadece görebildiklerimiz |
|
Su gibi gitsin su gibi gelsinler diye
arkalarından suyumuzu da döktük |
|
Charlie ve Mark'ın çocukluğundan beri koçluğunu yapan Ralph,
(biz ona biyonik adam diyoruz) Kaan İş'le sohbette |
Bu seyahatin
bir de Cem Bozkurt ve Charlie Enright ile röportaj kısmı var ancak o bölüm
Naviga’nın kasım sayısında. Bu yazı sadece yazarın gözlemleri ve duygularından
ibaret. Ancak özetle şunu söyleyebilirim: Cem Bozkurt’un özellikle genç Türk
yelkenciler için çok güzel planları var. Şimdilik bu kadar…
Son olarak
eklemek istediğim şey de yarışın daha 11 tane durağı olduğu. Eğer siz de
“takımımızı” desteklemek için gitmek isterseniz Team Alvimedica’nın base’ine
uğramadan dönmeyin. Zira kapıları Türkiye’den gelen herkese açık. Hatta
uğramayanlar kınanıyor benden söylemesi.
Ve yarış… 11
Ekim Cumartesi günü start alan yarışta dördüncü güne gelinirken sıralama an be
an değişiyor. İlk iki gece filo oldukça hafif havada, neredeyse borda bordaya
seyir yaptı. Cebelitarık’a kadar olan kısımda liderliği kızlar takımı SCA
tutuyordu. Ancak havanın oldukça hafif olduğu Akdeniz geçilip de Atlantik’e açılınca işler değişti.
Team Alvimedica liderliği ele geçirdi ve bir gece boyunca elinde tuttu. Bu
arada hava sertleşti, 30 knot’lara ulaştı. Yazıyı kaleme aldığım anda ise
liderliği elinde tutan takım Abu Dhabi Ocean Racing’di. Ancak daha takımların
önünde Cape Town’a kadar binlerce deniz mili var. Nefesleri tuttuk, hep
birlikte bekliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder