13 Eylül 2013 Cuma

Asla arkana bakma



Hani derler ya ‘şu hayatta hedeflerine ulaşmak istiyorsan ne istediğini bileceksin’ diye. Dünyanın en iyi yelken yarışçılarından biri olarak gösterilen Mike Sanderson bunun canlı örneklerinden biri. Sanderson, hayatı boyunca tüm kararlarını yelken aşkına almış, bir kez olsun arkasına dönüp bakmamış.

Naviga’nın Ağustos sayısında yayınlanan Mike Sanderson röportajım... Dergide okuyamayanlar için.

Mike Sanderson’ın 42 yıllık hayatına sığdırdığı başarıların altında yatanlara bakmak için psikiyatristlerin dediği gibi önce başarılı yelkencinin ‘çocukluğuna inmek gerek’. Bir kere  yelkencilik bir Yeni Zelandalı olarak onun kanında var. Doğduğu günden itibaren, kıta/ada çocuğu olarak kendi vatanından çıkan ‘büyük yelkenci abilerinin’ hikayelerini dinleyerek büyümüş. Hal böyle olunca Mike Sanderson, altı yaşındayken suya düşmüş. O yaşlardaki ruh durumunu “Resmen teknelere takıntılıydım” diyerek özetleyen Sanderson, He Bee Gee Bee isimli dingisiyle optimiste başladı. Dingi sınıflarında bir çok birincilik kazandı. Aklı fikri yelkendeydi. 17 yaşına geldiğinde artık yelkencilik o kadar ağır basmıştı ki eğitimini yarıda bıraktı ve North Sails’de çalışmaya başladı. Hayallerini süsleyen Volvo Ocean Race ve America’s Cup’ın kapıları ise 1992 yılında Elliott 5.9 sınıfında kazandığı ülke birinciliğinin ardından açıldı. İlk Volvo Ocean Race deneyimini kazandığı keç tipi NZ Endeavour’a adım attığında daha 22 yaşındaydı. Yarışın sonunda Kiwi’ler kupayı adalarına götürmeyi başarmıştı. Bu, Sanderson’ın yelken kariyerinin de dönüm noktası oldu. Ardından America’s Cup kampanyaları, solo transat yarışları takip etti. 2005 yılında 34 yaşındayken üçüncü kez girdiği Volvo Ocean Race’te, takımı ABN AMRO One’la yarış tarihinin en büyük başarılarına imza attı. İkinci kez birinci olarak yarış tarihinin kupa kazanan en genç skipper’ı oldu. 2003’te ‘dünyanın en hızlı tek gövdeli teknesi’ Mari Cha IV ile Atlantik’i altı günde geçti ve bir rekoru daha başarı hanesine ekledi. Mike Sanderson, belki  de yelken kariyerinin en büyük şanssızlığını ise iki yıl önce katıldığı Volvo Ocean Race’te yaşadı. Team Sanya’nın skipper’lığını üstlenen Sanderson, teknesinde arka arkaya gelen hasarlara rağmen sonuna kadar direndi ancak sonlara doğru yarıştan çekilmek zorunda kaldı.

Bunlar Mike Sanderson’ın hayatının dönüm noktaları ve başarılarından sadece birkaçı. Hepsini anlatmak için sayfalar gerek. Yetenekli yelkenci halen farklı ülkelerde katıldığı yarışların yanı sıra Doyle Sails’in Yeni Zelanda temsilciliğini yürütüyor. İngilizlerin en başarılı kadın yelkencilerinden biri olan Emma Richards’la evlenen üç çocuk babası Sanderson, Bosphorus Cup’ta yarışmak üzere İstanbul’daydı. Uludağ Premium’un sponsorluğundaki  Civata teknesinde yarışan Sanderson Naviga’nın sorularını yanıtladı.

Gördüğümüz kadarıyla yelkencilik Yeni Zelandalılar için neredeyse milli bir spor. Siz de altı yaşındayken başlamışsınız. Bu sizin seçiminiz miydi?
Evet doğru, yelkencilik Yeni Zelanda’da çok ciddiye alınan ve yaygın bir spor. Ayrıca çok önemli bir tarihe sahip. Dünyanın en iyi yelkencileri Sir Peter Blake, Russell Coutts ve Grant Dalton da ulusal kahramanlarımız. Ben de her Yeni Zelandalı gibi bu isimlerin kahramanlık hikayelerini dinleyerek ve okuyarak büyüdüm. Küçüklüğümden beri en büyük hayalim bir gün onlar gibi büyük bir denizci olmaktı. O yüzden yarıştığım her sınıfta tek bir hedefim vardı.

Yelken uğruna 17 yaşındayken eğitiminizi bıraktınız ve North Sails’de çalışmaya başladınız. Bu karardan dolayı hiç pişman oldunuz mu?
Bir kez bile pişman olmadım, asla. Dediğim gibi yolun en başından beri çok net bir hedefim vardı ve hayatım boyunca tüm kararlarımı bu doğrultuda verdim. Aldığım bu doğru kararlardan dolayı da şu an çok mutluyum. Hiçbir zaman dönüp arkama bakmadım.

Dingilerle başlayan yelken kariyerinizde birçok başarı var. Ancak ülkenizi olimpiyatlarda hiç temsil etmediniz. İster miydiniz?
İlginç bir şekilde hedefimde her zaman Volvo Ocean Race ve America’s Cup’ta yarışmak vardı. Olimpiyatlar her zaman bu ikisinden sonra gelmişti. Ancak tabii ki olimpiyatlarda da yarışmayı isterdim. Ama diğer iki hayalimi fazlasıyla gerçekleştirdiğim için şanslı olduğumu düşünüyorum.

İlk Volvo Ocean Race’e katılımınız 1993 yılında 22 yaşındayken NZ Endeavour teknesiyle oldu. Takıma nasıl dahil oldunuz?
Benim için büyük bir şanstı. 1993 Volvo Ocean Race’ten hemen önce Ulusal Elliott 5.9 Şampiyonası’nda birinci olmuştum. O sırada Volvo Ocean Race’te yarışacak Yeni Zelanda takımı için yetenekli yelkenciler aranıyordu. Bu arada takımı oluşturan isimlerden Murray Ross’la tanışmıştım. Kısa süre önce kazandığım ulusal başarının da verdiği güvenle Ross’a takıma katılmak istediğimi söyledim. O da beni Grant Dalton’la tanıştırdı ve kabul edildim.


Üçüncü Volvo Ocean Race deneyiminiz 2005-2006 yarışında ABN AMRO One’da skipper olaraktı. O yarışta dokuz ayağın altısında ve yedi koyiçi yarışın beşinde birinci olarak deyim yerindeyse destan yazdınız. Üzerine bir de hız rekoru kırdınız. Bu başarının sırrı neydi?
İnanın bana sır diye söyleyebileceğim bir şey yok. Çünkü gerçek bir sırrı yok. ABN AMRO One harika yelkencilerden oluşan harika bir takımdı. Ve harika bir sponsorun desteğiyle yaratılan harika bir tekneydi. Sırrı belki de tüm bunların birleşimiydi. Biz takım olarak sadece iyi yelken yaptık.

Son Volvo Ocean Race’te skipper’ı olduğunuz Team Sanya’nın peşini ise şanssızlıklar bırakmadı. Yarış süresince teknede birçok hasar meydana geldi ve en sonunda çekilmek zorunda kaldınız. Bu yarışta iki kez kupa kaldırmış yelkenci olarak sonuç sizin için hayal kırıklığı olmalı.
Evet bir hayal kırıklığı yarattığını söyleyebilirim ama tam olarak değil. Çünkü Team Sanya’yla anlaşma imzalarken zaten kazanmak gibi büyük bir iddiamız yoktu. Projenin hedefi Çin’in de  okyanus yarışçısı bir ulus olduğunu göstermekti. Teklifi kabul etmeden önce büyük resme bakmıştım ve neler başarabileceğimizi az çok kestirmiştim. Benim için başarı, daha önce kimsenin yapamadığını gerçekleştirmek. Biliyorsunuz teknemiz bir önceki Volvo Ocean Race’te Telefonica Blue’nun yarıştığı VO70’ti. Tekneyi satın almadan önce ciddi bir taramadan geçirmiştik ve tekneyi inceleyen kişi bunun, bugüne kadar inşa edilmiş en iyi VO70 olduğunu söylemişti. Ancak dediğim gibi ben, en başından beri diğerlerine karşı eşit seviyede şansa sahip olmamamıza rağmen vermek zorunda olacağımız mücadele fikrini sevmiştim. Evet, sonuç güzel değildi bizim için ama ekibin tüm bu zor koşullara rağmen son gücüne kadar mücadele etmesi beni çok gururlandırdı.

Ufukta yeni bir Volvo Ocean Race kampanyası görünüyor mu?
Şu an için kesin bir şey yok. Kim bilir, belki bir gün yeniden olur.

Bu yarışı iki kez kazanmış bir yelkenci olarak bir ekibin kazanabilmesi için hangi özelliklere sahip olması gerekiyor sizce?
Volvo Ocean Race aslında teknelerin değil insanların yarışı. Her zaman söylediğim gibi hızlı yelkenciler teknenin hızlı yelken yapmasını sağlar. Geriye dönüp baktığımda ABN AMRO One’ın kazanmak için en başından beri çok şanslı olduğunu söyleyebilirim çünkü ekip tamamen birincilik amacıyla bir tekne yapmıştı. Ayrıca bu yarışta insanlar tek bir amaç için bir araya geliyor ve kafalarında tek bir amaç var. Ancak hedefler konusunda da gerçekçi olmak gerekiyor.

Volvo Ocean Race’te one design’a geçme konusunda ve yeni VO65’ler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence dünya pazarı ve bu yarışta katılımın artması için çok doğru bir karar. Umarız herkesin ekonomik koşulları bunu kaldırabilir ve gerçek bir Grand Prix keyfini yeniden tadarız. Yeni tekneler bence harika ancak asla VO70’ler kadar havalı ve kaliteli olamayacaklar.

Daha önce dört kez America’s Cup’ta yarıştınız ancak daha sonra bıraktınız. Bu kararınızda yarışın çok gövdelilere geçmesinin rolü var mı? Yarışın ileride bir gün yeniden tek gövdelilere döneceğini düşünüyor musunuz?
America’s Cup son tartışmalarla birlikte tam bir kaos halini aldı. Bana göre bu haliyle dünyanın bugünkü ekonomik koşulları için fazlasıyla cüretkar ve maceraperest bir format. Ancak bir yandan da tekne modelinin yanlış olduğunu söyleyemeyeceğim. Bence AC72’ler inanılmaz. Yarış teknelerinde yeni teknolojilere aşık bir insan olarak farklı bir şey söylemem de beklenemez. Dolayısıyla kişisel olarak bu dev katamaranlara bayıldığımı belirtebilirim. Ancak America’s Cup’a uygun diyemeyeceğim. Bence sorun zamanlamanın yanlış olması. Teknelere evet ama kesinlikle şu an için uygun değil.


ABN AMRO One ya da diğer ismiyle Black Betty, iki Türk yelkenci tarafından satın alındı ve artık burada yarışacak. Tekne hakkındaki eski haberlerde ‘Mike Sanderson ve ekibinin elinde gerçek bir silaha dönüştüğü’ söyleniyordu. Eski skipper’ı olarak ekibe ne önerirsiniz?
Black Betty gerçekten iyi bir teknedir. Birlikte inanılmaz başarılara imza attık. VO70’lerin ilklerinden. Yıllar sonra yeniden yarışacağını görmek benim için büyük mutluluk. Black Betty’nin yeni sahiplerine öncelikle teknenin gerçekten iyice elden geçtiğine emin olmalarını öneririm. Çünkü onu en son gördüğümde ne kadar kötü bakıldığına üzülerek şahit olmuştum. Yeniden çok iyi yarışlar çıkaracağına eminim.

Yarış kampanyalarınız esnasında yarışacağınız teknenizin üretimi aşamasına da dahil oluyor musunuz? Doyle Yelken çalışanı olarak yelken tasarımlarıyla da ilgileniyor musunuz?
Kesinlikle. Her ikisinde de üretim aşamasına dahil oluyorum. Bir yarışı kazanmanın en doğru yolu daha hızlı tekneyi tasarlayarak üretmekten geçiyor. Başarının yüzde 50’si iyi bir tekneye aittir. O yüzden yarışçılığın bu yüzüne de dahil olmayı seviyorum.

Farklı model teknelerde birçok farklı yarışa katıldınız, çok yönlü bir yelken yarışçısısınız. Mari Cha IV gibi büyük bir teknede yarışmak nasıl bir şeydi?
Ekibe Mari Cha III sırasında, tasarım proje müdürü Jef D’etiveaud aracılığıyla 1999 yılında katıldım. Birlikte Sydney Hobart, Millenium Cup gibi yarışlara katıldık ve rekorlar kırdık. Sonra daha iddialı bir şeyler yapma arayışına girdik ve Mari Cha IV doğdu. Teknenin üretimi sırasında ben America’s Cup’ta Oracle BMW’da yarışıyordum. Mari Cha IV, çok büyük bir projeydi. Dünyanın en hızlı tek gövdeli teknesi olarak üretildi ve 10 milyon dolarlık bütçeye sahipti. 42 metrelik karbon gövdeli teknenin 45 metre uzunluğunda iki direği vardı ve 40 knot hıza ulaşıyordu. Mari Cha IV’le 2003’te Atlantik’i altı günde geçerek dünya rekoru kırdık. 24 saatte 525 deniz mili aşarak hız rekoruna imza attık. Hem ekip hem de sponsorumuz çok iyiydi ve çok başarılı olduk. Büyük bir teknede yarışma konusuna gelince... Böyle bir görev, iyi rüzgârı yakalamayı becermekten daha çok iyi bir yöneticilik deneyimi gerektiriyor bence.


Bir kez daha böyle bir projede yer almak ister misiniz?
Kesinlikle çok isterim. Hatta buradan, Mari Cha V için çalışmalara başladığımızı da söyleyebilirim.

Eşiniz Emma Richards da sizin gibi tutkulu bir yelkenci. Hala yelkene devam ediyor mu? Evinizin kaptanı kim?
Emma profesyonel bir yelkenci. Dünyanın etrafını en genç yaşta tek başına yelkenle dolaşan ilk İngiliz kadın. O da benim gibi yelkene tutkun. Evlenme kararımızı ABN AMRO One kampanyasından hemen önce almıştık. Düğünümüzü de o yarış esnasında, durak şehirlerden biri olan Isle of Wight’ta yapmıştık. Yani bekar başladığım yarışı evli bitirmiştim. Emma çocuklar doğduktan sonra profesyonel yelkencilikten emekliye ayrıldı, artık profesyonel bir anne. Üç çocuğumuza bakıyor. Aslında evimizin kaptanı o diyebilirim.

Dünyanın en iyi yelken yarışçılarından birisiniz ancak ailenizle tatilinizi motoryatınızda geçiriyorsunuz. Neden özel hayatınızda motoryatı tercih ettiniz?
Öncelikle güzel sözleriniz için çok teşekkürler. Ben sadece suda olmayı seviyorum. Üç tane küçük çocuğumuz var ve motoryat Yeni Zelanda kıyılarını gezerken güvenlik açısından bizim için daha iyi. Ancak bir gün eşim ve çocuklarla birlikte yelkenli tekneyle dünyayı dolaşmayı planlıyorum. Ailemi de Türkiye’ye getirmeyi çok istiyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder