Bir önceki Volvo Ocean Race’te tam 14 kez kriz
masasının kurulduğunu biliyor muydunuz? Tüm dünyayı dolaşan bir yelken yarışı
yönetmek çok ağır sorumlulukları da beraberinde getiriyor. Ancak Volvo Ocean
Race o kadar başarılı yönetiliyor ki krizler yaşanıyor ancak Knut Frostad’ın da
dediği gibi ‘bizim ruhumuz bile duymuyor.’
Volvo Ocean Race CEO’su Knut Frostad’la röportajın ikinci bölümü...
Volvo Ocean Race CEO’su Knut Frostad’la röportajın ikinci bölümü...
Tekne üretiminin tamamlanmasının
ardından sizi bu kez starttan itibaren bir başka zorlu ve stresli görev
bekliyor, o da yarışı yönetmek. Sizi bekleyen riskler neler?
Bu yarışta o kadar çok risk var ki; fırtınalar, okyanusta
başıboş yüzen cisimler, buzdağları, teknelerin kırılması, terörizm, savaşlar,
politik konular. Dünyanın etrafını dolaşıyorsanız bunların tümü karşınıza
tehlike olarak çıkıyor.
Size göre yönetmesi en zor kriz
hangisi?
En zor olan tahmin edemediklerimiz. Bu da yarışçılarla
alakalı olanlar. Yaralanmalar ya da denize adam düşmesi gibi. Artık teknoloji
sayesinde meteoroloji uzmanlarımız çok net hava durumu tahminlerinde
bulunabiliyor, çok kötü bir fırtınanın yaklaştığını rahatlıkla
görebiliyorsunuz. Dediğim gibi en zoru bilmedikleriniz. Mesela bizi en çok
korkutanlardan biri de okyanusta başıboş yüzen konteynırlar. Örneğin gecenin
bir yarısı karanlıkta 40 knot hızla giderken bir konteynıra çarpabilirsiniz. Ve
o ana kadar bunu görmeniz imkansız. Bizim burada yapabileceğimiz tek şey ise
mürettebatı güvenlik ekipmanı ve alabilecekleri önlemlere dair eğitmek. Sadece
hazırlıklı olduğunuz krizleri yönetebilirsiniz.
Kaç adet kriz planınız var?
Çok fazla. Örneğin geçen yarışta 14 kez kriz masası
oluşturduk. Ve sizler bunun farkında bile değildiniz çünkü hepsini çok iyi
yönetmeyi başardık ve mutlu sonla sonuçlandırdık. Mesela 2008’deki yarışta,
filo durak şehirlerden biri olan Mumbai’ye yaklaşırken filoya terörist bir
saldırıya kalkışıldı. Hedeflerinde ABD’li ve İngiliz yarışçılar vardı. Filonun
lideri de ABD’li takım Puma’ydı. Ve karada yaklaşık 1 milyon kişinin katılacağı
bir organizasyon düzenlemek üzereydik. Bu herhalde karşılaşabileceğimiz en kötü
senaryoydu. Ancak bunun için dahi bir kriz planımız vardı. Çok iyi yönettik ve
sorunsuz bir şekilde atlattık. Kimsenin ruhu bile duymadı.
Geçen yıl Hint Okyanusu’ndaki
korsan tehlikesi söz konusuydu ve tekneler rotanın bir bölümünü gemilere
yüklenerek aşmıştı. Korsanlara karşı bu kez önleminiz ne olacak?
Bu kez öyle bir şey yapmayacağız, tekneler o bölgeyi
yelkenle geçecek. Bir de o ayağı iki hafta uzattık. Böylece takımlar yeterli
zamanı olduğu için güvenli bölgeden seyir yapabilecek. Bu kez böyle bir yolu
seçtik çünkü Hint Okyanusu iki yıl öncesine göre çok daha güvenli. Korsanlar
konusunda tek başımıza karar vermiyoruz, Hint Okyanusu’nda görev alan askeri
birliklerden yardım alıyoruz. Ayrıca bu konuda uzman iki farklı özel güvenlik
firmasıyla birlikte çalışıyoruz. Bize her hafta gelişmelerle ilgili bilgi
veriyorlar. Şu anki planımız bu ancak bölgedeki duruma göre her an değişebilir.
Bunun için de birçok alternatif planımız var; askeri gemiler filoya eşlik
edebilir, durabiliriz ya da tekneler yine gemilerle taşınabilir. Her şeye
hazırlıklıyız.
Bu büyük organizasyonda kaç kişi
çalışıyor?
Benimle birlikte çalışan 100 kişilik bir ekip var.
Ekibimin büyük bir kısmı organizasyonla birlikte dünyayı dolaşıyor. Her durak
şehirde yerel yöneticilerle birlikte çalışıyoruz. Dolayısıyla her şehrin kendi
organizasyon ekibi oluyor. Orada da yüzlerce kişi görev alıyor. Ayrıca her
takımın ve sponsorların kendi ekibi oluyor. Bu organizasyonun dünyayı dolaşması
da ayrı bir mücadele. Yarış köyündeki her şeyi binlerce kilometre taşıyoruz.
Köyü yedi günde inşa etmek, altı günde toplamak zorundayız. Tüm malzemeler
gemilerle bir sonraki limana ulaştırılıyor.
Fazlasıyla stresli bir iş…
Evet çok ama bu yüzden de çok ilginç. Her seferinde
farklı bir ülkede organizasyon yapıyoruz ve bana göre dünyanın en büyük
uluslararası işlerinden biri. Çok fazla detay var ve risklerle mücadele ediyor,
zamanla yarışıyoruz.
Volvo Ocean Race’in önemli bir
parçası da medya. Bildiğimiz kadarıyla VO65’leri daha iyi görüntü sağlayabilmek
için gerekli detaylara göre inşa ettiniz. Teknelere ne gibi ayrıntılar
eklediniz?
Her teknede çok gelişmiş bir TV ekipmanı olacak. Direkte
ve kokpitte olmak üzere dokuz sabit kamera yer alacak. Tüm bu kameralar uzaktan
kumandayla, hatta Alicante’deki yarış merkezinden yönetilebilecek. Kameralar
istenildiği gibi zoom’lanabilecek. Teknenin birçok yerinde mikrofon olacak.
Mesela geçen yarışta en büyük sorunu ses kayıtlarında yaşamıştık. Okyanusta çok
şiddetli rüzgâr oluyor ve sürekli sular altındasınız.
Rüzgâr ve su sesi yüzünden geçen yarışta ses kayıtları
çok kötüydü. Bu kez mikrofonları sudan ve rüzgârdan korunacak şekilde
tasarladık. Yarışçıların birbirleriyle konuşmalarını dahi duyabileceğiz.
Fotoğraf ve görüntülerin merkeze aktarılabilmesi için çok gelişmiş bir uydu
teknolojisi kullanacağız. Tüm bu teknoloji yarışı sürekli olarak canlı
izleyebileceğimiz anlamına geliyor. Mesela Alvimedica dünyanın bir ucunda,
fırtınanın ortasındayken bir Türk televizyonuyla bağlantıya geçip tekneden
canlı yayın yapabileceğiz, hem de HD olarak. Ayrıca bu kez yarışta iletişim
dillerimizden biri de Türkçe olacak.
Biraz ‘reality show’ tadında mı
olacak bu kez yarış?
Evet aslında biraz ‘reality show’ gibi. Ama tam olarak
öyle demek doğru olmaz çünkü bu tamamen gerçek olacak, kurmaca değil.
Volvo Ocean Race aynı zamanda çok
büyük bir pazarlama işi ama özünde bir spor organizasyonu. Bu ikisinin arasında
denge kurmakta zorlandığınız zamanlar oluyor mu?
Evet bazen oluyor. Bu yarışta çok fazla logo, sponsor ve
aktivite var. Aslında biraz da sirk gibi. Tabii bu karadaki kısmı. Tüm bunlar
tekneler start verdiği an bitiyor. Bu, basite de dönüş oluyor bir anlamda.
Çünkü okyanusun ortasındayken sponsorun ne istediğinin ya da reklamın hiçbir
önemi kalmıyor. Tamamen saf bir spor olayı haline geliyor. Sadece deniz,
rüzgâr, dalgalar ve teknedeki dokuz kişi. Ve aslında bu yönüyle büyük bir
tezatı içinde barındırıyor. Dolayısıyla bu yarışın çok fazla ticari hale geleceği
konusunda bir endişem yok. Okyanusta bir fırtınanın ortasındayken paranın
hiçbir önemi kalmıyor.
İstanbul’daki basın toplantısından
sadece bir gün önce rotaya Hollanda’yı da eklediniz. Aynı anda basında filonun
Türkiye’ye de uğrayacağı bir ‘0. Ayak/Leg Zero’ dedikoduları döndü. Bu mümkün
mü?
Bu söylentiyi duyduk ancak kesinlikle yanlış bilgi. Bu
saatten sonra yarışa yeni bir ayak eklemek mümkün değil. Hollanda’yı çok yol
üstü olduğu için son dakikada ekleme şansımız oldu. Rotada bir değişiklik
sayılmaz çünkü zamanlamayı etkileyecek bir karar değil.
Bir şehrin, Volvo Ocean Race’te
durak olması için ne yapması gerekiyor?
Bu yarışta durak olmak isteyen tüm dünyadan 75’ten fazla
şehir var. İstanbul ve Antalya’nın durak şehir olması için daha önce talep geldi
ancak iş bir şekilde ilerlemedi. Bu sadece ‘Volvo Ocean Race filosu Türkiye’ye
de uğrasın’ demekle olmuyor maalesef. Bu çok büyük bir etkinlik ve organize
edilmesi için gerçekten çok büyük emek istiyor. Etkinlik bir durak şehirde iki
hafta sürüyor ve milyonlarca insan geliyor. Bu yüzden çok istekli olmak ve
hatta savaşmak gerekiyor. Ancak ilk kez bir Türk takımı bu yarışa katılıyor ve
gelecekte göreceğiz. Umarım Alvimedica bu yolda iyi bir başlangıç olur.
Durak şehri olmanın bütçesi nedir?
Start şehri ve durak şehrinin bütçeleri farklı bu
organizasyonda. Eğer bir rakam vermem gerekirse 4 milyon euro civarı
diyebilirim. Ancak bu sadece başlangıç. Onun dışında medya ve organizasyonlar
için de yatırımlar ve başka ödemeler gerekiyor. Bu yarışın durak şehirlerinin
büyük bir çoğunluğu geçen yıl ocak ayında seçildi. Dolayısıyla seçilen şehirler
bir yıldan fazla zamandır çalışıyor bunun için.
Siz Volvo Ocean Race’e ilk olarak
1993’te katıldınız. Aradan geçen 21 yılda bu yarışta neler değişti?
Tekneler bir kere çok hızlandı. Aynı zamanda fiziksel
açıdan daha da zorlaştı. Benim ilk yarışımda karayla iletişim çok kısıtlıydı.
Görüntü göndermeniz çok zordu. İnternet yoktu, telefaksla iletişim kurardık ve
teknedeki hikayelerin çoğunu aktaramazdık. Ancak karaya ulaştığımızda
gazetecilere anlatabilirdik. Şimdi ise sadece bir dakika sonra her şeyi
ulaştırabiliyorsunuz gazetecilere ve tüm görüntüleri yarış merkezinden canlı
izleyebiliyoruz. Bence en büyük değişiklik bu. Ayrıca yarış artık daha fazla
ülkeye uğruyor. Bu sayede yarışçılar farklı kültürleri de görüyor. Eskiden daha
batılı bir yarıştı ama artık gerçek bir dünya turu oldu.
Böyle bir teknolojiyle yeniden
yarışmak ister miydiniz?
Artık bunun için oldukça yaşlıyım ama bazen ne güzel
olurdu diye düşünmüyor değilim. Ayrıca ailem ve çocuklarımı da düşünüyorum ve
riske girmek istemiyorum.
Skipper’lık mı yoksa CEO’luk mu?
Yarışmak ve doğada olmak harika ve bence gerçekten
ayrıcalıklı bir durum. Şu an Charlie Enright ve Mark Towill gibi 20’lerimde
olmayı ve bu yarışa ilk kez giriyor olmayı çok isterdim. Ben de ilk yarışımda
skipper’dım ve bütün sorumluluk benim üzerimdeydi. Teknedeki herkesin
sorumluluğunu almak çok ağır bir iş. O insanların sağlam bir şekilde
ailelerinin yanına dönmesi gerekiyor. 1998’deki yarışımda Avustralya’nın
güneyinde, okyanusta gecenin bir yarısı denize adamım düşmüştü. 16 dakika
boyunca kayıptı suda. Üzerinden o kadar zaman geçmesine rağmen o 16 dakikayı
hâlâ çok net hatırlıyorum. Adamımızı denizde bulunana kadar geçen o anlarda
eşi, anne ve babası, hayatındaki herkesi düşündüm. İşte o sırada farkına
varıyorsunuz ki bu sadece bir futbol maçı değil. İşte bu, Volvo Ocean Race’i
özel kılıyor.